Salı, Mart 19, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Langfristige Artikel

Box Link

Events


 

 PANO

 

 

 

 ----------------------------------------------------------------

 

A r ş i v  ( D e r g i - B e l g e - K i t a p )

 

 

 

 


Rasti Dergisi, Yıl: 2001 Sonbahar, Sayı: 1 - PDF

        İçindekiler:

  • TÊKOŞİN GERÇEĞİ

         Seyfi Cengiz ile Röportaj - Piro Zarek

  • Demokratik Cumhuriyet 'in Güncel Ve Tarihsel Anlamı 

         M. Zilan

  • Hapsedilen Dersim Aydını Üzerine Bazı Notlar

        H. Pulur

  • PYSK ' nın Tasfiyesi ve Duruşumuz

        Reçenasia Komünisti-Komünist Gelenek

     
     
     

  

Dersimzaza.com'dan kısa bir açıklama

Facebook'ta sitemizin ismi ile benzerlik taşıyan bazı sayfalar görülmektedir. Bu sayfaların sitemizle hiç bir ilgisi yoktur. Sitemizin www.dersimzaza.com adresi dışında internet üzerinde herhangi bir hesabı ya da sayfası bulunmamaktadır.

Kamuoyunun dikkatine sunulur.

Dersimzaza.com

 

 

 

 

 

II. Cumhuriyet'ten demokratik Cumhuriyet'e

II. Cumhuriyet'ten Demokratik Cumhuriyet'e

Piro Zarek

Rasti Dergisi/Sonbahar 2001

 

PKK'lilerin "yeni bir buluş, bulunmaz bir fırsat" gibi göstermek istedikleri "Demokratik Cumhuriyet Projesi"nin, hiçte yeni bir proje olmadığını biliyoruz.  Gerçekten de, bugün Öcalan'ın ifade ettiği düşünceler, yıllar önce özellikle Özal ve Mehmet-Ahmet Altan kardeşler tarafindan dile getirilmişti. Bu kesimlerin dile getirdiği düşünceleri ifade eden "2.  Cumhuriyet" kavramı, özellikle liberal burjuva kesim ve aydınların, Türkiye'nin burjuva demokratik bir yapıya dönüştürülmesi yönünde, 90'lı yıllarla birlikte seslendirdikleri projeyi ifade etmektedir. Argümanlar biraz farklı olmakla birlikte, Öcalan'ın "Demokratik Cumhuriyet" projesi "2. Cumhuriyet" projesi ile aynı niteliğe  sahiptir. Öcalan'in kendisi de bu ortaklığı savunmalarında ifade etmektedir. "Her ne kadar ikinci cumhriyet tartışmaları gibi yaklaşımlarla da bu yönlü gelişmeler kavramlaştırılmak isteniyorsa da, daha doğrusu demokratik cumhuriyet dönemidir." (4)

Başka gerekçeler ileri sürse de, Bülent Tanör de, Öcalan gibi tartışmanın yanlış bir başlıkla yürütüldüğünü düşünmektedir. Tanör, 1993 yılında yayınlanan bir röportajda şunları söylüyor: "...Ben tartışmanın sorunlarının yanlış konulduğu fikrindeyim. Eğer Türkiye’de bu tartışma "Demokratik cumhuriyet" şeklinde konulmuş olsaydı, -zaten solcular bunu yıllardır yapıyorlar- bu bayrak altında toplanacak insanların sayısı sağdan soldan daha çok olacaktı. Mesele "2. Cumhuriyet " gibi yanlış bir sloganla ifade edildiği için, demokratik rejim yanlısı çok büyük bir kitlede kavram kargaşası ve bölünmeye yol açmıştır. "(5)

 

II. Cumhuriyet Projesinin Mantığı

Öcalan, "Demokratik Cumhuriyet Proje"sini sol bir söylemle sunmaya çalışmıştır. Buna rağmen, 2. Cumhuriyetçilerin düşünceleri daha bütünlüklü ve tutarlı ve hatta biraz da Öcalan'ın solunda yer almaktadır.

Her iki kesimin çıkış noktası şudur: 1923'te kurulan 1. Cumhuriyet demokratikleşmediği için tıkanmıştır, devlet bu yapısıyla daha fazla gidemez. Devleti demokrasi temelinde yeniden kurmak, ya da yeniden yapılandırmak gerekir.

Gerek Öcalan ve gerekse 2. Cumhuriyetçiler, devletin sınıfsal niteliğini, sosyal-ekonomik sistemi ve devletin sınırlarını değiştirmek istemiyorlar. Sadece var olan sistemi ve düzeni "daha demokratik" hale getirmeyi düşünüyorlar. Kısaca söylemek gerekirse, bir reform paketi öneriyorlar.

M. Altan, dünyada gelişen neo-liberal dalganın ve onun etkisiyle bölgemizde gelişen sürecin gelecegi ile ilgili, "Nihayet bu süreç komünizme evrilecek, sınıfsız topluma geçilecek." belirlemesini yapıyor.(6) Açık söylemek gerekirse Öcalan, kendi projesi ile sosyalizmi böyle direk ve açık ilişkilendirmez. Ancak Öcalan, devrim döneminin bitiğini ifade eden "evrimsel gelişme" noktasında, M. Altan'dan çok daha açık konuşur. "Demokratik Cumhuriyet sisteminde şiddete yer olmaz. Sorunların çözüm dili isyan veya devrim olamaz. Barış içinde anayasal evrim yolu geçerlidir. 20. yüzyılın sonu bunu böyle emreder." (7)

Bilindiği gibi M. Altan, düşüncelerini, sosyalist sistemin çözülmesinden sonra yükselişe geçen, YDD ve neo-liberal burjuva ideolojisi temelinde oluşturmuştur. Öcalan'ın "emir" olarak kabul ettiği de, tamda bu çerçevedir. Açıktır ki, her iki "proje" ilhamını aynı ideolojik kaynaktan almaktadır.

 

I. Cumhuriyet'in Niteliği

Kemalizm, TC'nin kuruluşu, Kürt ve Dersim-Zaza “isyanları” konularında iki kesim biribirinden farklı bazı argümanlar ve düşünceler ileri sürmektedirler. Öcalan'ın bu konularla ilgili temel tezi şudur: Türkler ve Kürtler ortak vatan ve tarih birligi temelinde ve M. Kemal önderliğinde, emperyalizme ve saltanata karşı mücadele ederek TC'ni kurmuşlardır.Kemalistler bu süreçte Kürtlerin varlığını ve dahası haklarını otonomi düzeyinde kabul eden bir anlayışa sahiptiler. Fakat, emperyalistlerce kışkırtılan ve saltanatı destekleyen feodal sınıflar önderliğinde gelişen ayrılıkçı Kürt ve Zaza isyanları ve dinci hareketler, yeni kurulan cumhuriyetin demokratikleşmesini sabote etmiştir. Öcalan'a göre, M. Kemal'de "özel bir demokrasi karşıtlığı" yoktu. Ondan sonra gelen yönetimler, bu sorunu ihmal ettiler ve giderek halktan kopuk oligarşik bir cumhuriyet oluştu. Şimdi yapılması gereken, yeni bir anayasa (yada "yeni bir toplumsal sözleşme") temelinde cumhuriyeti demokratikleştirmektir.

Kuruluş sürecinde TC'nin demokratik bir niteliğe sahip olduğunu, sonradan dış zorlamalarla otoriter bir biçim kazandığını ifade eden Öcalan, TC'nin demokratikleşememesinin suçunu da, Kürdistan ve Dersim-Zaza Ulusal Hareketi’ne ve İslamcı muhaliflere yüklüyor. Kuşkusuz yakalanmadan önce tam aksi şeyler söylüyordu. Fakat Öcalan şimdi gerçeği gördüğünü, daha önceden böyle şeyler söylememesinin de bir "eksiklik" olduğunu belirtiyor. Öcalan, cumhuriyetin sınıfsal niteliğini ve buna bağlı olarak cumhuriyete egemen olan sınıfların çıkarlarını söz konusu bile etmiyor. Kürt ve Dersim-Zaza “isyanları”ndan bahsederken, önderliğin feodal sınıfın elinde olduğunu ısrarla vurguluyor, ancak TC'nin hangi sınıf yada sınıfların önderliğinde kurulduğunu, hangi sınıfların iktidarı olduğunu belirtmekten ısrarla kaçınıyor.

2. Cumhuriyetçiler Kemalizm'e getirdikleri eleştiriler noktasında Öcalan’dan oldukça ileri bir duruş göstermektedirler. Bu eleştiriler, günümüzdeki "ceberrut devlet"in kaynağını da ortaya koyması bakımından kendi içinde tutarlıdır. Öcalan, bugünkü "oligarşik devlet"in ortaya çıkışını, Kemalist kadrolardan sonra yönetime gelenlerin suçu olarak gösterirken, 2. Cumhuriyetçiler işin kaynağında Kemalizm'in olduğunu ifade ediyorlar:

 "I. Türkiye Cumhuriyeti, "korku" üzerine bina edilmiş bir Cumhuriyettir.... Yargı sistemi, devlet memurlarına büyük ayrıcalık tanıyarak oluşturuldu. Ordu, sınırları korumaktan ziyade içerdeki hareketleri bastıracak şekilde örgtlendi. ... Parlamento halktan koparılıp Mustafa Kemal'e bağlanmıştı. ... Demokrasiden söz etmek zaten imkansızdı. Kısacası I. Cumhuriyet, halkın yaratıcı gücünü tümüyle iğdiş eden, kendi halkından ödü patlayan bir dikta rejimiydi.... Temeli "korkuyla" atılmış böyle bir yapının üstüne çağdaş devlet kurmak mümkün mü? Biz bunun mümkün olmadığını düşünüyoruz." (8)

Öcalan ise, Kürtler ve Islamcılar olmasaydı, bu temel üzerinden demokratik bir devlet kurulacağını düşünüyor.

Öcalan, Emperyalistlerin Anadolu'yu işgali  karşısında kendiliğinden gelişen halk hareketinin göreceli ilerici niteliğini ve bu sürecin ürünü olan 1. Meclis'in çoğulcu yapısını, tümüyle hareketin önderliğini sonradan ele geçirip yönlendiren Kemalist harekete mal ediyor. Gerçekte Kemalizm ne 1919-23 sürecine nede 1. Meclis'e indirgenebilir. Bu iki süreç tek başına Kemalizmin niteliğini açıklamaya yetmez. Bu süreçte M.Kemal'in Kürtlerin varlığından ve onlara Otonomi verilmesinden bahsetmesi de, o kadar şaşırtıcı bir durum değildir. Çünkü; o sürece kadar Osmanlılar Kürtlerin varlığını kabul ediyor, hatta onlara kısmi bazı yönetsel haklar tanıyorlardı. M. Kemal bu durumdan daha ileri bir şey söylememiştir. Diğer yandan; zorlu bir geçiş sürecinde muhtemel mütefiklere karşı "hoşgörülü" ve "şefkatli" davranmak, her siyasal gücün izlediği bilinen bir taktiktir. Bu taktik, Kürtlerin ulusal uyanışlarının gelişip ayrılma taleplerinin daha yüksek sesle dile getirildiği bir dönemde, oyalama rolü oynayacağı için, daha ihtiyaç duyulur bir nitelik taşır.

TC'nin egemenliği altındaki uluslar ve azınlıklara karşı yaklaşımı, ne kişilerle ne de tesadüflerle açıklanabilir. TC, Osmanlı sömürgeciliğini yeni taktiklerle güçlendirerek devam ettirmiştir. Bilindigi üzere Balkanlarda ve Arap topraklarında ulusal hareketlerin gelişmesi ve bu ülkelerin Osmanlı egemenliğinden kopmasıyla, elinde tutabildiği topraklara daha bir sıkı sarılan Osmanlı devleti ve onun yönetimini elegeçiren İttihat Ve Terakki Partisi, edindigi tercübelerle yeni ulusal hareketleri önlemek, böylece toprak kaybetmemek için; bir yandan Türk ulusçuluğu'nu geliştirirken, diğer yandan egemenliğindeki ulusları ortadan kaldırma yolunu seçmiştir. Türk ulusçuluğu, imparatorluk topraklarında gelişen ulusal hareketlere karşı egemenlik savaşı temelinde gelişmiştir. 1912 yılında kurulan Türk Ocakları, İttihat Ve Terakki'den, Kemalistlere  kadar Türk sömürgeciliğinin ve şovenizminin ortak fikir kurumu olmuştur. Ermenileri, Rumları yok eden Türk egemen sınıflarınının, sonradan Kürtleri ve Dersimlileri-Zazaları da yok etmek istemesi, kendi sınıf çıkarları ve ideolojileri açısından gayet tutarlı bir davranıştır. M. Altan'ın bu noktada Kemalizme yönelttigi elştirileri gerçeğe daha yakın buluyorum. Şöyle diyor Altan: "Türkiye'yi 1923'ten sonra garnizona benzetmeye çalışan bir resmi ideoloji var...Resmi ideoloji Türkiye'yi kendini inkar etmeye zorlamıştır. Mesela, Türkiye'de bir Kürt sorunu vardır, ama resmi ideoloji bunu yok saymıştır." (9)

Günümüzde demokrasinin geliştirilmesi noktasında Ordu’ya biçilen rol konusunda da Öcalan, 2. Cumhuriyetçiler'den daha geri bir tutum takınmaktadır. 2. Cumhuriyetçiler Ordu’nun siyaset üzerinde baskı oluşturduğunu, hatta MGK aracılığıyla ülkeyi yönettigini, bu durumun demokrasinin ve sivil toplumun gelişmemesinin önünde engel oluşturduğunu ifade ederlerken, Öcalan, demokrasinin geliştirilmesi noktasında Ordu’ya olumlu bir rol biçer. Öcalan’a göre, "Ordu en hazırlıklı kurum olarak bu süreci demokrasi lehine geliştirmekten yana, ama denetimi elden bırakmak niyetinde değil." (10)

 

Neo-Osmanlıcılık Ve Modern İdris-i Bitlisi

Öcalan'ın kimi görüşleri ise,  Özal ve Cengiz Çandar'ın da benimsediği Neo-Osmanlıcılık görüşleri ile örtüşüyor. Neo-Osmanlıcılık akımının savunucuları, "devletin yeniden yapılandırılması ve demokratikleştirilmesi" noktalarında 2. Cumhuriyetçiler'le aynı görüşleri payalaşıyorlar. Ancak onlar burada durmayarak Türkiye'nin bölgesel bir güç, hatta "emperyal vizyon"a sahip olaması gerktigini ileri sürüyorlar. Çandar'a göre "...Türkiyenin Osmanlı coğrafyası üzerine hareketi fütüthat hareketi anlamı taşımaz. Doğal nüfuz alanı ve Osmanlı coğrafyası üzerinde dünya nizamının temel taşı olma anlamı taşıyor."(11)

Savunmasında PKK hareketinin oynadığı rolü 1920'lerdeki "Kuvva-i Milliye" gücüne atfen "Kuvva-i Demokrasiye rolü" olarak ifade eden Öcalan, yaptıklarının "bölücülük değil, belki Türkiye ve Türkler ile en büyük birlik olma, güçlü olma, yeniden Ortadoğu'dan Kafkasya'ya, Balkanlara önder olma hareketi..." olduğunu söylüyor. (12) Öcalan'ın çizdiği sınırlar, Çandar'ın TC'nin "doğal nüfuz alanı" olarak sunduğu "Osmanlı coğrafyası"dır. Bir kez daha görülüyor ki, Öcalan'ın kurmak istedigi cumhuriyet, bir emekçi cumhuriyeti olmayacaktır, aksine yayılmacılık emelleri güden egemen Türk tekelci burjuvazisinin cumhuriyeti olacaktır. Çünkü ne Türk, ne Dersim-Zaza ne de Kürt emekçilerinin Ortadoğu'ya, Orta Asya'ya, Kafkasya'ya yada Balkanlara egemen olma yayılma veya önder olma diye bir siyaseti olamaz. Böyle bir politika ancak burjuvazinin politikası olabilir.

İşin ilginç yanı, "federasyonu da tartışabiliriz" diyen Özal gibi, C. Çandar'da "Osmanlı coğrafyası" üzerinde oluşturalacak devletin yapısının "federal" ve hatta "konfederal" olabileceğini dahası olması gerektiğini savunurken, Öcalan, federasyon ve hatta otonomi taleplerini yadsıyor.

Çandar'ın TC sınırları içindeki Kürtler ile ilgili söyledikleri bugün Öcalanın söyledikleri ile pratik anlamda aynı içerige sahipken, Güney Kürdistan-Türkiye ilişkileri üzerine söyledikleri, G. Kürdistan'ı "Misaki Milli" sınırları içerisinde gören Öcalan'ın anlayışından oldukça ileri. Şöyle diyor Çandar, "Türkiye'deki Kürtler için kültürel özerklik tatmin edici olabilir ama; yarın birgün biz Kuzey Irakla konfederal veya yarı konfederal bir yapı içinde bulunabiliriz.” (13)

 

"Cumhuriyetin Asli Kurucu Üyesi" Olmanın Pratik Anlamı Nedir?

Öcalan'ın sık sık dile getirdiği ve Kürtleri "cumhuriyetin asli kurucu üye"si olarak gösteren yaklaşımı, Çandar’ın veya Altan'ın düsünceleri karşısında Kürtler için ileri bir program savunuyormuş gibi gözükebilir. Ancak gerçekte içi boş ajitatif kavramların bugün için Kürtlere hiçbir faydası yoktur. Aksine, 15 yıllık savaşın sonuçlarının derlenmesi ve bölgesel bazda kısmen yeniden şekillenen uluslararası statüko içinde etkin bir rol almak için, somut ulusal politikalara ihtiyaç duyulduğu bu günlerde; bu tür söylemler oyalayıcıdır, zararlıdır.

"Asli kurucu üye" belirlemesi mantıki sonuçlarıyla ve alt yapısıyla ortaya konulduğunda, aslında, tam hak eşitligine dayalı konfederal yada federal bir devlet yapısını ifade eder. Türkler, Kürtlerin „asli kurucu üye” pozisyonunu  kabullendiklerinde, bu cumhuriyetin temel ilkeleri iki ulusun eşit ortaklığı temelinde yeniden belirlenir. En basitinden, cumhuriyetin adı, Kürt ve Türk cumhuriyeti olur. Iki tane resmi dili, bugünkünden farklı bir bayrağı olur. Türkler ulus olarak ne haklara sahiplerse Kürtler de o haklara sahip olurlar. Kısacası bugün var olan cumhuriyetin baştan aşağı değişmesi gerekir.

Adı, "asli kurucu üye” olacak, ancak dili ile eğitim-öğretim yapması, ulusal kimliğiyle kendisini ifade etmesi, diğer uluslarla özgür ilişkiler kurması, kendi ülkesinin kaderi konusunda hak ve karar sahibi olması yasak olacaksa  „asli kurucu üye” sloganı bir aldatmacadan öteye gitmez. Tıpkı TC’nin Kürt ve Dersim-Zaza halklarını katliam ve asimlasyonla yok etmeye çalıştığı bir dönemde, kendisini Lozan’da her iki ulusun temsilcisi olarak göstermesi, yada „Türkler ile Kürtler kardeştir” söylemini geliştirmesi gibi.

Öcalan, „asli kurucu üye” ifadesini kullanmakla birlikte, aynı zamanda ulusal sorunun çözümünde „anayasal vatandaşlık” ve kültürel özerkliği yeterli görerek, Kürtlerin ayrılıp kendi bağımsız devletlerini kurması talebini gericilik olarak nitelendirmekte, hatta, otonomi ve federasyonu gereksiz ilan etmektedir. Bu arka plan, „asli kurucu üye” söylemini kendiliginden anlamsızlaştırmaktadır. (14)

Burjuvazinin faşist bir diktatörlüğünden başka bir şey olmayan Türkiye'deki bürokratik ve militarist aygıtın, ancak devrimci bir halk hareketi ile yıkılabilecegini öngörmemeleri, yukarıda açıklamaya çalıştığımız demokrasi etiketli tüm bu tez ve projelerin ortak olarak taşıdıkları bir eksiklitir. Gerçek demokrasiyi, fasist diktatörlükten zarar gören Türk, Kürt ve Dersim-Zaza emekçileri ve yoksullarının mücadelesi getirebilir. Bu kesimlerin getireceği bir demokrasi de, burjuva demokrasisi değil, emekçi demokrasisi olacaktır.

 

Dipnotlar

-------------------------------------------------------------------------------

(4) A. Öcalan, Savunmalarım, Wesanên Serxwebun, s.16

(5) Bülent Tanör, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Basak yay. s. 184

(6) Mehmet Altan, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak yay. s.55.

(7) A. Öcalan, Savunmalarım, s.95.

(8) Ahmet Altan, Nokta Dergisi Yil: 10, No: 33, s. 16, Aktaran Temel Demirer, Marksizm ve Gelecek, sayı: 2, s.177-178.

(9) M. Altan, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak yay. S.56

(10) A. Öcalan, Savunmalarım, Wesanên Serxwebun, s.15.

(11) C. Çandar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak yay. S.104.

(12) A. Öcalan, Savunmalarım, Wesanên Serxwebun, s.30.

(13) C. Çandar, age.s. 106.

(14) Birden çok ulusun birlikte özgürlük ve barış içinde yaşaması mümkündür. Ancak bu, tüm ulusların kendi toprakları ve yaşamı konusunda özgür bir iradeye sahip olması ile olanaklıdır. Üniter yapıya sahip bir cumhuriyet nekadar demokratik olursa olsun, vatandaşlık hakları ile ezilen ulusların taleplerini karşılayamaz. Çünkü, ulusal haklar ile vatandaşlık hakları arasında kategorik bir farklılık vardır. Bu farklılık ister istemez farklı siyasal ve idari kurumlaşmaları gerektirir.

Örneğin; bu gün TC vatandaşları arasında „Kürtçe TV açılsın mı, açılmasın mı?” şeklinde bir refaranduma gidilse, büyük bir ihtimalle „Kürtçe TV açılmasın” sonucu çıkar. Çünkü Türkler çoğunluktadırlar. Böylesi bir referandum, vatandaşlık hakları temelinde oluşmuş cumhuriyetlerde yapılabilir, ancak ulusal haklar temelinde oluşturulmuş konfederal, federal ve hatta özerk bölgeler içeren cumhuriyetlerde söz konusu bile olamaz. Çünkü ulusal haklar azınlık yada çoğunluk durumuna göre değil, ulusal bir yapının varlığına göre belirlenirler.