Perşembe, Mart 28, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Munzur’un Sırları (1)

 

Munzur’un Sırları (1)

Işıl Özgentürk / Cumhuriyet / 26 Nisan 2015 Pazar

Tunceli’nin (Dersim) ortasından bir nehir akar adı Munzur…
Masada oturan Tuncelili dostlarıma sordum, “Tunceli’yi tek bir cümleyle nasıl ifade edebilirsiniz?” Hepsi “Biz önce Dersimliyiz” dediler, “Burası Dersim.” Ve yanıtlar tek tek gelmeye başladı: “Dersim, dağların ve Munzur Nehri’nin sırları.” “Hüzünlü günbatımları.”
“Dağların, taşların, ağaçların ve nehirlerin kutsandığı toprak.”
Bundan böyle hikâyemizde, Tunceli Dersim diye geçecek, bunu bildim. Ve dört kişilik grubumuz yola koyuldu. Okan Üniversitesi sinema bölümünde okuyan öğrencimiz Yusuf Çiçek, bizi dedesinin oturduğu köye götürüyor; o dedesinin inanılmaz inadını ve hikâyelerine ait bir belgesel çekiyor. Adını ne koyacak bilmiyorum ama bana göre, basit bir ad yeter: “Dedemin Sırları.”
Yolumuz uzun değil, gideceğimiz köy merkeze yakın bir bölgede. Dilek (Siliç) köyü. 84 yaşındaki Celal Bey, bizi orada bekliyor. On dakika sonra köye varıyoruz, 25 hanelik köyde tek eski yapı artık kullanılmayan, camları kırık, bir okul binası. Bu camları kırık yapı önünden geçenlere sanki şöyle sesleniyor: “Buralarda bir savaş oldu, unutma!” Evet, 1994-2000 yılları arası, burada bir savaş vardı. Bütün evler terk edildi, yıkıldı ve gördüğümüz bu yeni evler dört yıl önce yapıldı.
Celal Bey, bahçesinde çapa yapıyor, bizlerin geldiğini görünce uzaktan bir selam verip yanımıza geliyor. Evdeki kadınlar bize öyle bir kahvaltı sofrası hazırlamışlar ki, kuş sütü eksik ve Celal Bey, anlatmaya başlıyor:
“Şu balın tadı başka yerde var mı? Yok. “Şu su sesi başka yerde var mı? Yok. Ama savaş bir başladı ne balın tadı kaldı, ne nehrin dinmeyen şarkısı. Yıl 1994, askeriye emir çıkardı, köyleri boşaltın! Bizim köy merkeze yakın ya, en son sıra geldi. Taa yukardan bütün köyleri boşalttılar, kimisini yaktılar, insanlar şaşırdı, ‘biz nereye gideriz, ne iş yaparız?’ Askeriye ‘başını salladı, boşaltın!’ Çaresiz insanlar davarlarını beş kuruş paraya satarak kente indiler, Dersim’de iş yok, onlar da büyük şehirlere gittiler, kutsal nehirlerini, dağlarını geride bıraktılar. Çocukları Munzur’un ninnisinden nasiplenemedi.”
Celal Bey neredeyse ağlayacak... Bir an soluklanıp yeniden anlatıyor: “Bizim köye sıra geldiğinde, ‘İsterseniz boşaltın’ dediler. Ama insanlar korktu, çünkü o zamanlar buralarda çatışma var, gece baskınları var, her iki tarafta geceleri köye iniyor. Ahali bir afet gibi köyü terk etti. Bir ben kaldım, bizim hanımla, bir de kızımla. Benim davarlarım var, nereye giderim, hangi yerde barınırım. Ben de komutana çıktım, o zamanlar muhtarım, komutan sert bir sesle, ‘Sana kırk beş gün müsaade, evini boşaltacaksın!’ dedi. İzni alıp evimde oturdum, o zamanlar her adım başı arama vardı. Bir çuval undan başkasını geçiremezdik. O un çuvalını da karakoldakiler alır, bize günlük unumuzu verirlerdi.”
Ben burada söze girip hayretle soruyorum, “Neden?” Celal Bey gülümsüyor: “PKK’ye yiyecek yardımı yaptığımızı düşünürlerdi. Un kıymetliydi. PKK’liler de unumuzu isterlerdi. Böyle günlerdi. Neyse 45 günün sonunda tekrar komutana çıktım, ‘Sen hâlâ köyde misin?’ diye sordu, ‘gelip o evi başına yıkacağım, haberin olsun!’ dedi. Dondum kaldım, çaresiz dolanmaya başladım. O sırada bizim karşımızdaki köyden, Karşılardan (Halvari) bir arkadaşımı gördüm, ‘Bizim köye gel’ dedi. ‘Toprak da var, evde var.’ Ev bir Alamancının evi, uğradığı yokmuş, kırk davarımla birlikte ailecek karşı köye göçtük. Altı yıl orada kaldık, bir gün tam tepemizde konuşlanan özel birlik tatbikat yapıyormuş, çok büyük bir havan kaldığımız köye düştü. Benim kırk davar parçalanmadan öldü. Sesten, bir kadın da öldü. Bir çocuk da yaralandı.
Korkmuştum, aileyi toplayıp Dersim’e geçtim. 2000’de de köyüme döndüm. Devlet güya yıkılan evlerin yerine yenisini yaptı ama arada yiyenler yedi. En çok içimi acıtan nedir bilir misin? Şimdi köyde sadece üç evin ocağı tütüyor, diğerleri boş, gidenler dönmediler, yazlık gibi kullanıyorlar evlerini, toprak sürülmüyor ve nehir artık farklı akıyor.”
Celal Bey’e 1938 olaylarını da sormak istiyorum, “Sor” diyor, “1938 bir yel gibi geldi, kavurdu ve gitti” diyor. “Ne olduğunu tam anlamadık, beni misafir eden şu Karşılar köyünde çok Alevi Kürt vardı, hepsiyle dosttuk. Bilir misin onlara özenirdik. Çünkü bağları bahçeleri çok verimliydi, çok çalışırlardı, buralara ilk üzüm bağını onlar dikmişti. Sonra bir gün bir afet geldi, köydeki erkekleri topladılar ve Munzur’un kıyısındaki mağaraların üstüne çıkardılar, tek tek kurşuna dizdiler ve bilir misin Munzur bir süre kan kırmızı aktı. O günden sonra da hep ağladı.”
Not: Munzur’un sırları bitmedi, gerisi çarşambaya.