Cuma, Nisan 19, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

HDP Milletvekili Adayı Erdal Ataş'la röportaj

 

HDP Milletvekili Adayı Erdal Ataş'la röportaj

“Gelinen aşamada şu biçimde bir yaklaşımımız söz konusu; yani eğer savaş yoksa kitleler Gezi gibi büyük kalkışmalarla toplumsal dönüşüm için harekete geçmemişlerse ya da Kürdistan gibi diğer alanlar için kantonal sistem ilan etme ya da iç savaş gibi gerçeklikler açığa çıkmamışsa, yine Mısır’daki gibi burjuva kliklerin kendi aralarında dalaş üzerine darbeler vb. gibi şeyler yoksa ve bu tür meseleler ortaya çıkmamışsa, kitlelerin büyük bir bölümü de bu çerçeve içerisinde kendisini ifade ediyorlarsa; ister sistemi teşhir etme yönünde olsun isterse de sisteme yedeklenme temelinde olsun hangi anlamda olursa olsun, sistemden kendi çıkarları doğrultusunda yararlanma ya da onu teşhir etme noktasında yönelimleri dikkate alındığında doğal haliyle komünistlerin de, sosyalistlerin de, demokratik haklar mücadelesi verenlerin de kendi programlarıyla, kendi politikalarıyla, kendi bayraklarıyla bu alanda yer alarak burjuvaziye yönelik tutumlarını ortaya koymaları gerekiyor.”

 

Halkın Günlüğü - HABER MERKEZİ (08.05.2015)- Halkın Günlüğü Gazetesi olarak DHF-HDP ittifakı İstanbul 1. Bölge Adayı Erdal Ataş’la seçimler üzerine röportaj gerçekleştirdik. Yaptığımız röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.

 

Kendinize dair ne söylemek istersiniz? Erdal Ataş kimdir?

Ben Kürt kökenli, Dersimli, Alevi ve yoksul bir ailenin çocuğu olarak Dersim’de doğdum. Yaklaşık 13-14 yaşıma kadar Dersim’de yaşadım. Daha sonra Çukurova’ya göç ederek orda yaşamıma devam ettim. Eğitimimi liseyi bitirerek üniversite 1. sınıfa kadar devam ettirdim. Muhasebe ve finansman bölümünü okudum. 1. sınıfta eğitimimi yarım bırakarak işçilik yaşamıma devam ettim. Genelde ağır işlerde çalıştım. Dersim’in kendi özgüllüğünde, yine aile çevremden kaynaklı sürekli politikayla iç içe yaşadım. Sosyalist gelenekle genç yaşlarda tanıştım. Kaypakkaya geleneğinden önemli oranda etkilendim. Yaşamım boyunca da sürekli bu mücadele içerisinde yer aldım. Hala da sosyalizm mücadelesi doğrultusunda çalışmalar yürütüyorum. Gazete çevrelerinde, demokratik kitle örgütlerinde çalışmalar yürüttüm. Bugün de demokratik haklar mücadelesi içerisinde çalışmalar yürütmeye devam ediyorum.

 

DHF geçmişten bugüne yerel seçimler hariç genel seçimlere yönelik, genel olarak boykot tavrını benimsiyordu. Bu seçimlerde HDP ile neden ve nasıl bir ittifak gerçekleştirdi?

Demokratik Haklar Federasyonu’nun genel yaklaşımı tabi ki kitlelerin kendi iktidarını kurmaları yönüne dayanıyor. Parlamento ve diğer araçlara yaklaşımda geçmişte biraz daha tek yanlı bir yaklaşım söz konusuydu. Gelinen aşamada gerek dünyadaki değişen koşullar gerekse de DHF’nin bu meselelere yaklaşımındaki farklılaşma bugün bizim de seçim süreci içerisinde yer almamızın zeminini oluşturdu. Bu hareket geçmiş süreçlerde yani 1980’ler öncesinde de parlamento seçimlerine yönelik belli girişimlerde bulunmuş, seçimlere katılma eğilimleri olmuştu. Yine 93’lerde yerel seçimler noktasında bir girişimi ve eğilimi söz konusu olmuştu. 2007’de Dersim’de yine bağımsız adaylar ve diğer adayların desteklenmesi noktasında bir yönelimi olmuştu. Ama bunların bir bütününde sizin de ifade ettiğiniz gibi boykot tavrı üzerinden meselelere yaklaşım söz konusuydu. Seçimlerde asıl amacımız mevcut sistemin kitlelere dayatmış olduğu saldırıları teşhir etmek, bu saldırıları açığa çıkarmak, kendi duruşuyla kendi kaderlerini ellerine almalarını sağlamaktı. Gelinen aşamada bu tavrımızı değiştirmiş durumdayız. Bu tutum bizim tarihsel gelişmeleri ya da tarihsel mirasımızı yanlış okumamızla alakalı bir şekillenmedir. Burjuvazinin teşhir edilmesi yalnızca ve sadece boykotla değil aynı zamanda burjuvazinin bulunduğu bütün alanlarda mücadeleyi sürdürmek, bütün alanlarda onların gerçek yüzünü açığa çıkarmak, bütün alanlarda kitlelerin savunduğu talepleri dile getirmektir. Kitlelerin gerçek kurtuluşlarının parlamento olmadığını açıklama hedefiyle bu sürecin içerisinde yer almış durumdayız.

 

DHF olarak genel seçimlere nasıl yaklaşıyorsunuz ve parlamentoyu Türkiye/Kuzey Kürdistan koşullarında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Parlamento daha çok yüzyıllık bir süreçtir ve toplumsal yaşamın bir parçası olmuş durumdadır. 1800’lerin ortalarından itibaren, 1900’lerin başlarına burjuvazi açısından bu meseleyi parlamentoyla birlikte yürütme eğilimi bir ihtiyaç haline dönüşmeye başladı. Demokrasi anlayışı çok eskilere dayanan bir meseledir. Egemenlerin kendi iktidarlarına ilişkin sadece karar üzerinden değil de diğer mülk sahiplerinin bütününün ortaklaşa söz söyleme anlayışı üzerinden çıkmış olan bu demokrasi anlayışı daha sonraki süreçlerde parlamento biçimindeki anlayışa dönüştü. Yüzyılın başında sosyalistler gerici feodal iktidarların yıkılmasını savunurken parlamenter anlayışa dayalı ya da parlamentoya dayalı olarak burjuva cumhuriyetleri savundular. Bütün bu anlayışların bir bütünü aslında Marks’ta ve Lenin’de önemli bir oranda var. Fakat o dönemde kralların önemli oranda parlamento üzerinde hakimiyetleri söz konusuydu. Onları sürekli fesheden, çalışma ve görev alanlarını sınırlayan bir etkileri söz konusuydu. Sosyalist hareketin de bütün bu süreçlerin değişmesiyle ve verilen mücadelelerle birlikte, burjuva alanında parlamentonun gelişimin seyrine bağlı olarak bu sürece yaklaşımlarında değişiklik gösterdi. İlk dönemler parlamentonun kurulması yönünde bir mücadele yürütüldü. Daha sonraki süreçlerde parlamentonun özellikle burjuvaziyle ve feodal ağalarla birlikte hareket etmesi oranın daha çok teşhir edilmesi, ahır biçiminde nitelendirilmesi, emekçiler aleyhinde yasa yapan alan olarak ifade edilmesine sabep oldu.

Ama ona rağmen sosyalist hareket hiçbir zaman bu alandaki boşluğu ‘yararlanmama’ gibi bir anlayışla ele almadı. Dönem dönem sürecin ihtiyaçlarına bağlı, taktik olarak ele aldıkları bu alanı bazı dönemlerde boykot bazı dönemlerde de seçimlere katılarak burjuvaziyi teşhir etme anlayışıyla ele aldılar ve bugüne kadar ki süreçte de genelde bu anlayışla kullandılar. Lenin de 1905’lerde katılma eğilimi, 1906’larda boykot daha sonraki süreçlerde tekrar boykot edilmemesi gerektiği yönünde şeyler söylese de özellikle 1910’lar civarına geldiğinde artık demokratik alandaki çalışmaların zemininin önemli oranda arttığını bu yüzden bu alandan önemli oranda yararlanılması gerektiğini savunuyordu. Yalnız o dönemdeki koşullar tabi bugünkü gibi değildi. O dönem de parlamento süreci içerisinde oy kullanan insanların önemli oranda fikirleri dışında şekilleniyordu. Örneğin kadınlar kullanamıyordu. İşçiler sadece 50 bin kişiden bir tane vekil seçebiliyorlardı, mülkü olanlar oy kullanabiliyordu. Böyle bir durum söz konusuydu ve ona rağmen Lenin yani Bolşevik Partisi ve Menşevikler, 13 tane milletvekiliyle Şubat Devrimi ve Ekim Devrimi süreçlerine kadar son seçilen parlamento üyeleriyle parlamento içerisinde vardı. Bunlar sürgüne gönderiliyordu, dönem dönem Duma iptal ediliyordu, dönem dönem tekrar hakları iade ediliyordu. Böyle olmasına rağmen Lenin, bu alanı önemli oranda kullanmış oldu. 1927’lere gelindiğinde 3. Enternasyonal, parlamentoyu daha önceki süreçlerde, devletin bileşenleri olarak saydığımız ordu, polis, mahkeme, bürokrasi vb. alanlarında parlamentonun önemli bir güç olarak kitlelere karşı kullanıldığını ve kitleleri yönlendirme de önemli bir araç haline dönüştürüldüğünü ifade ediyorlardı. Ve bu alanda komünistlerin de önemli oranda yer alması gerektiğini, bu alanı işgal etmeleri yönünde ifadelerde bulunuyorlardı. Hatta bu süreç Mao’da ve diğerlerinde de aynı çerçevede ele alınıyordu. Hatta Mao’da da mesele daha sonraki süreçlerde şöyle ele alınıyordu. Eğer herhangi bir ülke de savaş yoksa, faşizm gerçekliği yoksa bu ülke de uzun süreli bir hazırlık yapılması, parlamentodan yararlanılması, işçilerin sendika ve diğer alanlarda örgütlenmesi gibi bir yaklaşım söz konusuydu. Yalnız bizim coğrafyamızda özellikle Kemalist faşist iktidardan kaynaklı İbrahim’in de bu meseleye yaklaşımı ülkede parlamenter maskeli bir faşizmin olduğu yönündeydi.

1980 darbesiyle birlikte zaten devrimcilerin parlamentoya yaklaşımının tümünün de zemini ortadan kalkmış oldu. Kaypakkaya hareketi de, yani bizim de etkilendiğimiz, feyzaldığımız bu hareketin de daha yeni yeni kendisini toparladığı dönemlere denk geldiği için parlamentoya yaklaşımı esasen doğruydu o dönemde. Yani o süreçlerde girip parlamentodan yararlanma, parlamentoya gidip oranın içerisinde kendini ifade etme gibi bir zeminin olmadığı açıktı. Biz daha çok bu yaklaşımla meseleye yaklaştık. Yalnız süreç içerisinde bu noktayı tek yanlı hale dönüştürdük. Yani Türkiye‘deki bu gerçeklik üzerinden genel ve taktik olarak baktığımız parlamento alanından yararlanma, o alanda burjuvaziyi teşhir etme anlayışını tek yanlı hale dönüştürdük ve meseleye şöyle bir şekilde yaklaştık: “Lenin buraya ahır demiştir, hiçbir şekilde biz o ahıra girmeyeceğiz, orada burjuvaziyi teşhir etmeyeceğiz”. Biz yapabildiğimiz oranda kendimizi ve kitleleri bu alandan uzak tutacağız gibi bir anlayışla hareket ettik. Bu kendi içerinde belki bir yanıyla tutarlı görünebilir ama taktik mücadelelerde tek yanlı anlayış her zaman doğru değil. Gelinen aşamada özellikle son süreçte girmiş olduğumuz yeni yönelimle dünyanın yeniden okunması gerektiğini düşünüyoruz. Bu coğrafyanın bütün olgularının, yani ekonomisinin, siyasetinin, politikasının kısacası sınıf gerçekliğinin yeniden okunması gerektiğinin düşünüyoruz. Buna bağlı olarak alternatif toplum projesinin yeniden okunması gerektiğini düşünüyoruz. Bir ön tartışmalarımızda söz konusu bu meselede, ortaya koyduğumuz tezlerimiz de söz konusu. Yine aynı şekilde alternatif toplum projesine yani toplumsal dönüşümün sağlandığı sürece ya da bulunduğumuz o alana ulaşma noktasında yol ve yöntemlerin üzerine önemli tartışmaların yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Parlamento da, değerlendirilen meselelerden bir tanesidir. Gelinen aşamada şu biçimde bir yaklaşımımız söz konusu; yani eğer savaş yoksa kitleler Gezi gibi büyük kalkışmalarla toplumsal dönüşüm için harekete geçmemişlerse ya da Kürdistan gibi diğer alanlar için kantonal sistem ilan etme ya da iç savaş gibi gerçeklikler açığa çıkmamışsa, yine Mısır’daki gibi burjuva kliklerin kendi aralarında dalaş üzerine darbeler vb. gibi şeyler yoksa ve bu tür meseleler ortaya çıkmamışsa, kitlelerin büyük bir bölümü de bu çerçeve içerisinde kendisini ifade ediyorlarsa, ister sistemi teşhir etme yönünde olsun isterse de sisteme yedeklenme temelinde olsun hangi anlamda olursa olsun, sistemden kendi çıkarları doğrultusunda yararlanma ya da onu teşhir etme noktasında yönelimleri dikkate alındığında doğal haliyle komünistlerin de, sosyalistlerin de, demokratik haklar mücadelesi verenlerin de kendi programlarıyla, kendi politikalarıyla, kendi bayraklarıyla bu alanda yer alarak burjuvaziye yönelik tutumlarını ortaya koymaları gerekiyor.

 

HDP bir 12 maddelik bir seçim bildirgesi açıkladı. Bu bildirgeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? DHF’nin programıyla ne denli örtüşüyor?

12 maddede ifade edilen bu seçim bildirgesi DHF’nin programıyla da önemli oranda uyuşan bir bildirge. Buradaki bu bildirgede ifade edilen meseleler sadece HDP veya o çevre içerisinde bileşen olmuş bu ittifak güçlerinin herhangi birinin tek başına savunduğu bir fikriyat değil. Burayı oluşturan bütün güçlerin tümünün ortak fikri olarak şekillenmiş durumda. HDP ittifakı ile birlikte 40’a yakın kurumun bir araya gelerek oluşturduğu seçim bildirgesi bütün sosyal kimliklerin, bütün emek cephesindeki kesimlerin tarihsel olarak sürdürdükleri mücadele sonucunda demokratik haklar alanında ön plana çıkardıkları taleplerin bütününü kapsıyor. Bizim de DHF olarak bir programımız söz konusu, yani bütün bu 12 maddeye ve onun dışındaki meselelere ilişkin. Bu maddelerdeki bütün savunuların hepsi DHF’nin de savunularıdır. Yalnız bunun içinde bizlerin ve diğer hareketlerin de ortaya koymuş olduğu çeşitli farklılıklar var. Ama bunlar bu bildirgede yüzde 5’, yüzde 10’u bulmuyor. Bunlara belirli örnekler verilirse DHF’nin yani bizlerin inanç alanında sadece zorunlu din dersini kaldırma değil aynı zamanda seçmeli din dersinin de kaldırılması noktasında farklı bir görüşümüz var. Yani tırnak içerisinde özgürlükçü laiklik olarak ifade edilen bu laikliğin biraz daha toplumun inanç meselesinde devletin eğitim alanı da dahil olmak üzere tüm alanlarda eşitliklerin sağlanması temelinde ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. O çerçevede bir farklılığımız söz konusu. Ya da ‘Çözüm Süreci’ olarak ifade edilen Dolmabahçe noktasındaki bildirgeye yönelik farklılıklarımız var. Hukuksal alana yönelik belirli çevrelerin, kavram ve diğer meselelere ilişkin tartışmaları var. Ama onun dışında şuan ki ittifak içerisinde yer alan bütün güçlerin hepsi, aynı çerçevede bu meseleye yaklaşmakta ve ortaklaşmaktadır.

 

HDP’ye yönelik saldırılar, çeşitli yıpratma hamleleri söz konusu. Böylesi bir ortamda HDP barajı aşmayı hedefliyor. Genel seçim atmosferini nasıl değerlendiriyorsunuz? HDP’nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gelinen aşamada şöyle söyleyebiliriz; Türkiye’de aslında iki program açığa çıkmış durumda. Bunlardan bir tanesi eski statükonun devam ettirilmesi üzerine şekilleniyor. AKP, CHP, MHP gibi bütün partilerin geçmiş statükoyu devam ettirme gibi bir anlayışı söz konusu. Bunlar bütün sosyal kimlikler alanında yani ulusal haklar, inanç hakları, cinsiyet hakları ya da diğer bütün meselelere ilişkin eski anlayışı devam ettirmek istiyorlar. Emek alanında yoksullaştırdıkları, örgütsüz hale getirdikleri, baskı altına aldıkları bütün kesimlere yönelik politikalarını egemenler lehine devam ettirmek istiyorlar. Yine aynı şekilde demin de ifade ettiğim gibi özel mülkiyete, bireysel yönetime ve bir avuç azınlığın iktidarının kurulmuş olduğu yani bu mevcut sistemin devam ettirilmesi noktasında bir program ortaya koymuş durumdalar. HDP’yse bütün sosyalist kesimler de dahil olmak üzere demokratik güçlerin tümünün Türkiye’de farklı alanlarda sürdürmüş olduğu mücadelelerde Türkiye’nin demokratikleşmesi noktasında ileri sürdükleri taleplerin birleşmesi gibi bir platforma, bir projeye dönüşmüş durumda.  Bu nedenle büyük saldırılar söz konusu. Çünkü dünya üzerinde bilimin gelişmesiyle birlikte toplum daha fazla bilinçlenmeye başladı. Artık burjuvazi eskisi gibi gerçek yüzünü gizleyemiyor. Ve burjuvazi artık açıktan ifade ediyor: ‘Bazıları yönetecek bazıları da yönetilecek. Biz size ne uygun buluyorsak kabul edeceksiniz ve bunlarla birlikte yaşayacaksınız’ Ama kitlelerin de buna yönelik tersten itirazları söz konusu. Dünyanın bütün alanlarında olduğu gibi bizim coğrafyamızda da Gezi’yle birlikte bir kalkışma söz konusuydu. İnsanlar artık bu mevcut meseleyi kabul etmez hale dönüştüler. Bu noktada sadece bizim coğrafyamızda değil Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da buna benzer hareketler de gelişmeye başladı. Geçmiş süreçlerde sosyalist kurtuluş projesi çerçevesinde bir arada bulunan güçler 1960‘lardan sonra önemli oranda parçalanmaya başladı. Daha sonraki süreçte her birinin kendi kulvarında hareket ettiği bir gerçeklikle devam etti. Ama sürecin ilerlemesiyle birlikte ulus alanında, cinsiyetler alanında, emek alanında, çevre alnında, inançlar alanında hatta bunlarında kendi içerisinde bir sürü farklı alanlarda sürdürülen mücadelelerle parçalanan bu cephe zamanla aslında hiçbir hak elde edemez hale dönüştü. Ama bu Gezi ve diğer hareketlerle birlikte bunların tümü şu gerçekliğin farkına vardılar geçmişte sosyalistlerin fark ettiği gibi yani birlikte hareket etmezsek bir çözüm bir kurtuluş açığa çıkmayacak. Bu yüzden de bizim tek başına bir başarı elde etmemiz, kendi haklarımızı kazanmamız mümkün değil, bundan kaynaklı güçlerimizi birleştirmemiz gerekir anlayışıyla mevcut toplumsal bilinç şekillenmeye başladı. İşte HDP’yi bu fikirlerden bir tanesi olarak görebiliriz. Bu yönde bütün bu emekçilerin ve diğer kesimlerin birleşmesine yönelik büyük bir itiraz söz konusu. Dediğim gibi yani mevcut statükoyu savunanlar şu anlayışla hareket ediyorlar, eğer emekçiler birleşirse, eğer sınıfsal kimlikleri doğrultusunda mücadele edenler birleşirlerse, bunlar geniş emekçi kesimlerle büyük platformlara dönüşürlerse bunları durdurmak zor olacak. Bunun farkında oldukları için bizim toplumumuzun bir kesimin değer yargılarını, hassasiyetlerini de ön plana çıkararak önemli oranda bir saldırı başlatmış durumdalar. İnançlar alanında tam hak eşitliği getirdiğini ifade eden devlet ön plana çıkan bu ittifak güçlerine karşı daha çok ‘din düşmanlığı’ ifadesiyle saldırmaya çalışıyor. Oysa ki  bugüne kadar daha çok bir kesime, bir mezhebe dayalı olarak siyaset yapan, bütün diğer kesimleri dışlayan eğitim alanından tutalım da yaşamın bütün kesiminde diğer inançlara yönelik saldıran bu kesimin kendisiydi. Yine ulusal anlamda başta Kürtler olmak üzere diğer ulusları katliamdan geçiren Lazları, Çerkezleri, Ermenileri, Abazaları, Arapları görmezden gelen ve asıl bölücülüğü yapan devlet bugün toplumu bölücülükle suçlayarak onların mücadelelerini birleşmesini engellemeye çalışıyor. Ama biz inanıyoruz ki emekçiler, sosyal kimlikler, çevreciler, farklı inanç kesimleri ve bütün ezilenler artık bu saldırıların farkına varmış ve önemli oranda da güçlerini birleştirme eğilime girmiş durumda. Bu yüzden de  HDP’nin bu seçimlerdeki gelişimini daha çok bu çerçevede ele aldığımızda oldukça olumlu gidiyor. Toplumun kutuplaştırılmasına yönelik mesele kırılıyor. Bir sürü insan Türkiye’de AKP’yle HDP arasındaki program tartışması üzerinden mevcut siyasetini yürütüyor. Bugüne kadar bize yaklaşmayan önemli bir bölüm bugün bizim programlarımızı gözden geçiriyor, okuyor, bizle tartışıyor. Bu meseleler önemli oranda avantaja dönüşebilir. Özetle şöyle söylenebilir: bütün o bize tepki duyan kesimlerle bir diyalog, bir girişim açığa çıkıyor. Bu yüzden seçim ortamı önemli oranda olumlu bir şekilde ele alınabilir.  

 

Çeşitli burjuva partileri seçimler öncesi  halka belirli vaatlerde bulunuyorlar. Eğer siz girerseniz parlamentoda nasıl bir çalışma yürütmeyi planlıyorsunuz? Genel olarak nasıl bir siyaset izleyeceksiniz?

DHF’nin bir programı söz konusudur. İfade ettiğim gibi kesintisiz sürdürülen bir mücadelesi var. Biz yaptığımız bu programı bireylerin tek başına kendi kafasına göre sürdürdüğü bir program olarak ele almıyoruz. Bütün merkezi tartışmalarını kolektif belirlemelerle açığa çıkarıyor ve yürütüyoruz. Eğer meclis noktasında bir çalışma ekibinin durumu ortaya çıkarsa o durumda tabi ki bizde kendi programımıza göre bizim kendi meclisimiz olan DHF’nin meclisinin belirlemiş olduğu politikalar çerçevesinde hareket edeceğiz. Oradaki yemin meselesinden tutalım da parlamento içerisindeki davranışlarımıza kadar yine ittifak güçleriyle hareket anlayışımızdan tutalım da, olası açığa çıkabilecek koalisyonlar meselesine kadar yine bunun dışında sürdürülecek bütün mücadelelere yönelik tavrımızı bizim meclisimizin belirleyeceği ilkeler çerçevesinde sürdüreceğiz. Bütün bu tartışmaların tümünü DHF Meclisi tartışacak, bir plan açığa çıkaracak bizde bu çerçevede hareket edeceğiz. Ama genel olarak çalışmanın ana yönelimi şunun üzerine şekillenecek; biz mecliste bütün ittifak güçleriyle birlikte emekçilerin, bütün diğer sosyal kimliklere yönelik yazılı ve sözlü önergelerle onların oradaki politikalarını boşa çıkarmaya çalışacağız. Ve yine bizim asıl mücadele alanlarında sürdürülen talepleri bu çerçevedeki mücadelelerle sahipleneceğiz, orda dile getireceğiz. Aynı zamanda onun dışındaki asıl mücadele alanlarında emekçilerin, diğer sosyal kimliklerin, kadınların, cinsiyet örgütlenmelerinin, ulusal kimlik örgütlenmelerinin, inanç örgütlenmelerinin, çevre örgütlenmelerinin yine gençlerin, yaşlıların, engellilerin, emek alanındaki bütün diğer kesimlerin tümünün sürdürdüğü mücadelelerin hem orada sesi-soluğu olmaya çalışacağız onların taleplerini dile getirerek kamuoyuna yansıtmaya çalışacağız hem de onların bir fiil olarak örgütledikleri bu alanlara gidip yer almaya çalışacağız. Derelerdeki mücadelelere gidip sahip çıkacağız, açıklamalar yapacağız, onlarla birlikte yürüyeceğiz, hapishanelerde hasta tutsaklara yönelik devrimci ilerici kesimleri ya da adli tutukluklara yönelik yapılan saldırılarda, çocuk hapishanelerinde yapılan istismar ve işkencelere yönelik o alanlara giderek onlara sahip çıkmaya çalışacağız. Yine cinsiyet alanında LGBTİ ve diğer kadın katliamları ve saldırılarına yönelik DHF’nin programı ve merkezi örgütlenmelerinin aldığı kararlar doğrultusunda çalışmalarımızı yürüteceğiz. Yine aynı zamanda emek alanında nerede grev varsa, işçi katliamları varsa buna yönelik getirilen kanun, karar, politika varsa bir bütünde hem siyasal mücadele yürüteceğiz hem de onların mücadele örgütlenmelerinin ve mücadele alanlarının içerisinde yer almaya çalışacağız.. Şuan yaklaşık olarak 10 civarında ana alan içerisinde faaliyet yürütüyoruz. Bu alanlar içerisinde DKH olarak kadın faaliyeti, DGH olarak gençlik örgütlenmesi bunların dışında çevre faaliyeti söz konusu, yerel yönetimler alanında bir çalışmamamız var, dernekler alanında, kültür-sanat alanında, yayın alanında, sendikal alanda çalışmalarımız söz konusu. Bunlara ek olarak parlamento alanında da bir çalışma grubu eklenmiş olacak. Nasıl diğerleri içerisinde yapılan bu görev ayrışımına göre herkes mücadelelerini farklı alanlarda yürütüyorlarsa bizler de bu alanda DHF’nin çalışma programına uygun bir faaliyet öreceğiz. 4-5 yıl boyunca bu meselede, bu alanda da çalışma grubumuz faaliyet yürütmüş olacak. Önemli kazanımlarda sağlayacağımızı düşünüyoruz.

 

Toplumuzda kadına yönelik şiddet hat safhaya ulaşmış durumda. Bu bizzat devlet eliyle teşvik edilen ve desteklen bir yerde duruyor. Kadınlar genel olarak da toplumun her alanında eziliyor, ötekileştiriliyor. HDP de kadın meselesinde eş başkanlık ve kota sistemiyle çeşitli adımlar attı. DHF bu meseleye nasıl yaklaşıyor, kendi pratiğini nasıl değerlendiriyor?

Kadınlar bütün toplumun yarısını oluşturuyor, ama buna rağmen dünya üzerinde önemli oranda haksızlığa uğrayan bir kesim durumunda. Kadınlar ikinci bir cins ve mülk olarak görülüyor. Erkek egemen anlayışın bütün baskısı ve şiddeti bu kesim üzerinde uygulanıyor. Gelinen aşamada bizim coğrafyamızda da kadınlara yönelik çok açık katliamların arttığı bir süreçten geçiyoruz. Topluma burjuvazi tarafından dayatılan gerici anlayış saldırı ve baskılarını dayatmış durumdadır. Bütün bu saldırlar karşısında kadın alanında, cinsiyetler alanında mücadeleler gelişmiş durumdadır. Ama bu hala yeterli bir düzeye ulaşamamış durumdadır. Bunda DHF’nin genel yaklaşımı dikkate alındığında özellikle devrimci ilerici hareket geri yaklaşımlara sahiptir. 10 yıl öncesi hesaplandığında devrimci hareketin kadın alanına yönelik örgütlenmeyi reddettiği, bir biçimde ayrı bir alan olarak örgütlenmesine karşı çıktığı bir yaklaşım söz konusuydu. DHF de bu çerçeve içerisinde konuya yaklaşıyordu. Demokratik haklar mücadelesi içerisinde ayrı bir kadın örgütlenmesine ihtiyaç olmadığı savunuluyordu. Kadın erkeğin el ele birlikte mücadele yürütmesi çerçevesinde soruna yaklaşıyordu. Ama tabi gerçeklik bunun üzerine kurulmuyor. Gelinen aşamada sadece kadın alanında değil, bütün diğer alanlara yönelik özgün örgütlenmeler zorunlu bir hale gelmiş durumdadır. Yaşam çok hızlanmış durumda, toplum önemli oranda geçmişe göre bilinç düzeyi yükselmiş durumda. Farklı alanlardaki problemler oldukça geniş çerçevelere dönüşmüş durumdadır. Tüm bu alanlara yönelik özgün örgütlenmelerin oluşturulması, çalışmaların örgütlenmesi ve fikrin ve yaklaşımların programlaştırılması, mücadelelerin yürütülmesi zorunlu bir hale gelmiş durumdadır. Bizim bu noktadaki yaklaşımlarımız önemli oranda geriydi. Ama son 10 yıl içerisinde yapılan tartışmalar, sürdürülen mücadelelerle önemli bir mesafe kaydettik. Hala önemli yetersizliklerimiz var. Gelinen aşamada HDP’nin ortaya koymuş olduğu program, kota sistemi, pozitif ayrımcılık, eş başkanlık, eş başbakanlık biçiminde ortaya çıkartmış olduğu anlayışların bütünü DHF tarafından da savunuluyor. Tabi DHF’nin özellikle son dönemde ortaya çıkarmış olduğu anlayış kadınlara sadece kota sisteminin vb. anlayışların yetersiz olduğu yönünde bir yaklaşımı barındırıyor. O yüzden de bunun pratikte biraz daha yaşam görmesi için ortaya ‘Kadınlar iktidara kadınlar yönetime’ biçiminde bir slogan atmış durumdadır. Bu daha çok hem kendisi hem de toplum açısından ileri sürülmüş bir çözüm projesidir. Kadın iktidara dediğimiz mesele toplumsal mücadele alanında nerede mücadele yürütüyorsak yürütelim var olan bütün kadınların kadın meclislerinde toplanması meselesidir.

DHF’nin bütün yönetim kademelerinin yarısının kadınlar tarafından belirlenen insanlar tarafından oluşturulması gerektiğini savunuyoruz. Bunun içinde sadece bu alanla ilgili değil hangi alanda olursa olsun örgütlenmelerin yani komisyonların içerisinde kadın olmayanları eksik bir örgütlenme veya komisyon olarak değerlendiriyoruz ve sadece geçici olarak kabullendiğimizi söylüyoruz. Bunların yarısının kadın olmaması halinde bunları da doğru ve bütünlüklü bir komite olarak ele almıyoruz. Başlarda belki bizim içerimizdeki erkek egemen anlayıştan, yılların alışkanlığından kaynaklı bu meselede biraz zorlanabiliriz ama ne pahasına olursa olsun DHF’nin bunu başarması gerekiyor. Bunu başarmaması halinde toplumsal dönüşümü sağlasa bile bu dönüşüm eksik bir dönüşüm olacaktır.

 

Selahattin Demirtaş Soma davasında muhalefet olarak üzerimize düşeni yapamadık diye bir vurguda bulunmuştu. Siz Soma davasında ve diğer işçi katliamları noktasında ne düşünüyorsunuz?

DHF emek alanındaki örgütlenmesinde önemli oranda zayıflıklar taşıyor. Bu nokta son bir yıldır önemli tartışmalar yürütüyoruz içimizde. Emek alanına yönelik sadece yaşanan katliamlar ya da diğer meselelerde değil dışında da örgütlenmeler noktasında yeniden bir dönüşüm ve tartışmanın yürütülmesi gerekiyor. Belirli başlıklarla ifade edersek birincisi sınıf kökenli örgütlenmelerin yani sınıf hareketlerinin ve sınıfın yeniden bütün kavramlarıyla kendi karşısındaki duruşu, iş bölümü yine farklı iş kollarına göre örgütlenmesi ya da yeniden tanımlanması noktasında bir sürecin sürdürülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Diğer noktada ise sadece tek tek iş katliamlarının, sadece tek tek patrona yönelik sürdürülen mücadelenin yetersiz olduğu gibi bir gerçeklik söz konusudur. Bugün gelinen aşamada mevcut burjuvazi bütün kişilere yönelik saldırılıların bütününü devletin eliyle sürdürüp vergi sistemini buna uygun şekillendirmiş durumda ve anayasada garanti altına almış durumdadır. Sigorta sistemini buna uygun düzenlemiş durumda, işsizliğe ve sosyal yardımlara ilişkin meseleyi bu biçimde şekillendirmiş durumdadır. Yine asgari ücretten tutalım da bütün gelirin dağılmasına yönelik meseleyi merkezi devlet anlayışıyla ele almaktadır. Bundan kaynaklı bütün mücadelenin sadece tek tek patronlara, tek bir sermaye kesimine yönelik değil bizzat devlete karşı sürdürülmesi gerekiyor. Bütün iş katliamlarına yönelik yaklaşımında bu çerçevede ele alınması gerekiyor. İşçi ve emekçilerin sadece bir iş kolunda değil, sadece bir iş yerinde değil bütün diğer alanlardaki saldırıların ve kazanımların tümünün bu çerçevede ele alınması gerekiyor. Asıl hedefin devletin kendisi olması gerekiyor. Bu yüzden bu ittifak güçleriyle birlikte açığa çıkan birlik bu yönüyle anlamlıdır. Eğer bizler bütün sosyal kimliklerdeki mücadeleyi emek cephesindeki bu mücadeleyle birleştirir ve işçileri gerçek anlamda sadece ekonomik kazanımlar ya da kazalara yönelik mücadelesiyle sınırlı tutmaz, onların bir bütününü devletteki yasaların değiştirilmesi hedefine yönlendirirsek mücadeleyi çok daha avantajlı hale dönüştürebiliriz, işçiler daha büyük haklar kazanabilir.

Bu yüzden de mücadelemizi bütün diğer kesimlerle birleştirerek asıl hedefimize doğru yönlendirmemiz gerekiyor. Bunun dışında da başka çözüm kalmamıştır.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 
 

Ataş Dersim’de çalışmalara katıldı (Foto-Haber)


HDP milletvekili adayı Erdal Ataş, Dersim’in Ovacık ilçesinde seçim çalışmalarına katıldı

Halkin Günlügü- DERSİM (09.05.2015) - Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun ittifak adayı olan DHF’li Erdal Ataş seçim çalışmalarını sürdürüyor.

Erdal Ataş seçim çalışmaları kapsamında sadece İstanbul 1. bölgede değil, Türkiye – Kuzey Kürdistan’ın birçok iline ziyaretler gerçekleştiriyor.  Erdal Ataş seçim bölgesi dışında aynı zamanda memleketi olan Dersim’de çalışmalarını devam ettiriyor.

Ataş, Dersim’in Ovacık ilçesinde bir dizi ziyaret gerçekleştirip halkla sohbetler ederken aynı zamanda DHF’li Ovacık Belediyesi’nin çalışmaları hakkında da bilgi edindi. Belediye temsilcisi, Ataş’a son dönemde Ovacık’ta başlayan organik tarım çalışmalarıyla ilgili bilgi aktarımında bulundu.

Ataş aynı zamanda Ovacık’ta seçim bürosuna, esnaflara ve belediyeye ziyaretlerde bulundu. Belediyede Demokratik Kadın Hareketi (DKH) temsilcisinin de katılımıyla bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıda konuşan Ataş, seçim bölgesinin İstanbul olduğunu ancak Dersim’in kendi memleketi olduğunu buraya özel önem atfettiğini ve sadece İstanbul ve Dersim’de değil tüm Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında çalışmalarını sürdüreceğini söyledi.

Ataş konuşmasında rejimin ekonomi politikası gereği bir kesim zenginleşirken halkın daha fazla yoksullaştığını, aynı zamanda halka karşı bir imha, inkâr, soykırım politikasının devam ettiğine ve hala inançların yasaklandığı, baskı altına alındığı, asimile edildiğini vurguladı.