Salı, Nisan 16, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

AKP faşizmine karşı neyi nasıl yapmalı? -2

 

AKP faşizmine karşı neyi nasıl yapmalı? -2

 
Akademisyenler AKP faşizmine karşı yoksulların desteğini kazanmayı, öz yönetimlerin altını doldurmayı, demokratik toplum ve emek merkezli yönetimleri hedeflemeyi önerdi.

 

11 Kasım 2015 Çarşamba 07:01

ANF / HABER MERKEZİ - ALİ BARIŞ KURT

 

Akademisyenler, AKP faşizmine karşı neler yapılabileceğini ANF'ye anlattı. Akademisyenler yoksulların desteğini kazanmayı, öz yönetimlerin altını doldurmayı, Kürt-Türk gençliğinin çelişkilerini tespit etmeyi, antifaşist blok oluşturmayı, siyasal özgürlükler bilgirgesi hazırlamayı, demokratik toplum ve emek merkezli yönetimleri hedeflemeyi önerdi.

Demokratik muhalefetin nasıl örgütleneceği, AKP faşizminin nasıl önleneceğini tartışmaya açan dosyamızın ikinci bölümünü bugün yayımlıyoruz.

"Ne yapmalı, nasıl yapmalı" sorularını ilk bölümde HDP, ESP, ÖDP ve CHP'den isimlere yöneltmiştik. İkinci bölümde ise akademisyenlerin tespit ve önerilerini yansıtmaya çalışacağız.

YRD. DOÇ. DR. YÖRÜK: ALTERNATİF OLMAK, AYAKTA KALMANIN DA TEK YOLU

Koç Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Erdem Yörük'e göre; 'güçlü bir toplumsal mücadele örgütlemeden ve topluma AKP’nin sunduğuna alternatif bir toplumsal, siyasi ve ekonomik proje sunmadan bu gidişatın önünü kesmek imkansız.' AKP ve Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, karşılarında duran ve durabilecek her kesimi zapturapt altına almak isteyecekleri uyarısında bulunan Yrd. Doç. Dr. Yörük, "Bu noktada ahlaki, toplumsal ve kültürel sınırlar yok. Sadece siyasi mücadele bunun önünü kesebilir. Almanya’da faşizm, yükselen komünist harekete reaksiyon olarak yükselmiş ve komünistler Rusya’dakilerin aksine iktidarı alma iradesini gösteremeyince faşizmin altında ezilmişlerdi. İktidar alternatifi olmak sadece iktidara gitmenin değil, aynı zamanda ayakta kalmanın da tek yolu" diyor.

'YOKSULLARIN DESTEĞİNİ KAZANMALI, ÖZ YÖNETİMİN ALTINI DOLDURMALIYIZ'

AKP için 'yoksulların oyları ve desteği ile iktidarda' diyen Yrd. Doç. Dr. Yörük'in tahlili şöyle:

"Geçmişte böyleydi, 1 Kasım’da da böyle oldu. Hatta, AKP gittikçe daha fazla yoksulların partisi oluyor. AKP’ye oy verenler arasında aylık aile geliri 2 asgari ücretten düşük olanların oranı 2007 seçimlerinde yüzde 57, 2011’de yüzde 65, 7 Haziran 2015 seçimlerinde ise yüzde 71. 1 Kasım’da bu oranın daha da yüksek olduğunu tahmin ediyorum. Bu sadece Türkiye’de değil, Brezilya, Hindistan, Rusya, Güney Afrika, Endonezya gibi bir çok yükselen ekonomide mevcut olan bir durum. Yoksulların desteklediği elit partileri uzun yıllardır iktidarda. Kimileri sağcı, kimileri İslamcı, kimileri sözde solcu. Ortak noktaları şu ki bu ülkeleri yönetmelerinin ve projeleri her ne ise onu gerçekleştirmenin tek yolu yoksulların desteğini almak. Tarik Thachil’in Hindistan üzerine 2014’te çıkan 'Elit Parties Poor Voters' (Elit Partiler Yoksul Seçmenler) kitabına bakıp AKP’yi anlayabiliriz. İşin özeti, burada neo-Bonapartist bir mekanizma oluşmuş durumda. Bonapart’ın popülizmi ile AKP’nin sosyal politikalarını bir arada düşünmek lazım.

Bu neo-Bonapartist İslamcı faşizmi engellemenin birinci ve vazgeçilmez yolu, Türk ve Kürt bütün yoksullar arasında örgütlenmek ve yoksulların desteğini kazanmak. Bu elbette zor ve zaman isteyen bir faaliyet, ancak bunun dışında başka bir yol yok. Ancak, bu siyasi destek, ideolojik iknadan daha çok, gündelik hayatta kurulacak güven ilişkileri temelinde gerçekleşebilir. Tıpkı 1970’lerde Türkiye sosyalist hareketinin, 1990’larda Türkiye İslamcı hareketinin yaptığı gibi mahalle çalışmalarına yönelmemiz, dayanışma kurumları ve gündelik hayata dair çözümler üzerinden yoksul halk ile ilişkilenmemiz, uzun erimli bir çalışma ile güvene dayalı bir siyasi genişleme hattı çizmemiz gerekiyor. Yoksul mahallelerde, işyerlerinde, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, beslenme, bakım alanlarında, özellikle kadın ve gençler arasında, ve de özellikle HDP'ye en uzak kesim olan sünni Türk işçiler arasında çalışacak kurumlar inşa edip, yoksul halkın dertlerine kolektif dayanışma çerçevesinde çözüm önermeliyiz. Öz yönetim ve öz savunmanın altını öz yeterlilik ile doldurmamız gerekiyor."

Yrd. Doç. Dr. Yörük, siyasi alanda ise bir an evvel moral bozukluğunu atarak AKP’ye karşı demokratik muhalefetin artırılması gerektiğini düşünüyor: "Moral bozacak bir durum yok, yoğun savaş durumunda ülkenin yarısı AKP’ye 'evet' demişken, HDP oyunu yüzde 6’dan yüzde 11’e çıkardı. HDP'nin birçok eksiği ve hatası olabilir ama bir an evvel ayağa kalkmamız gerekiyor."

'AKP'NİN GÜNDEMİYLE MEŞGUL OLURSAK KAYBEDERİZ'

7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki temel farka değinen Yrd. Doç. Dr. Yörük, şunları ifade ediyor: "7 Haziran’dan önce gündemi biz belirledik, 1 Kasım’dan önce ise AKP. Tayyip Erdoğan, savaşı, ittifakları, komplo yöntemlerini kullanarak inanılmaz bir toplum mühendisliği gerçekleştirdi, bizi bombalarla meşgul etti ve kazandı. Biz, yine AKP’nin gündemleri ile meşgul olursak kaybederiz. AKP’nin üzerine gitmeli, böylece hem onu zayıflatmalı, hem de demokrasi güçlerine saldırmasını engellemeliyiz. Dolayısıyla, 7 Haziran ruhuna geri dönmeye davet ediyorum. Türkiye’nin geleceği hala biziz, bu sorumluluk ile hemen ve derhal mücadeleye başlamalıyız."

DOÇ. DR. AZERİ: MEŞRUİYETSİZ VE İNSAN DÜŞMANI HAREKET!

Artuklu Üniversitesi'nden Doç. Dr. Siyaveş Azeri, faşizme karşı etkili mücadelenin birkaç temel öğesi bulunduğunu belirtirken, AKP'nin 'ılımlı siyasal İslam' referansına vurgu yaparak, şunları savunuyor:

"Türkiye denilen siyasal coğrafyada faşizmin günümüzdeki cisimleşmesi veya varolma biçimi olan siyasal hareketin adı 'ılımlı' siyasal İslam’dır. Devlet aygıtını ele geçiren 'ılımlı' siyasal İslam’a karşı etkin mücadele edebilmek için bu hareketin siyasi olarak neyi temsil ettiğini belirlemeliyiz. 'Ilımlı' siyasal İslam her şeyden önce Türkiye’de neoliberal ekonomik siyasetlerin gerçekleştirilmesi için gerekli olan güçlü devlet modelidir. Bu harekete 'ılımlı' denmesinin nedeni, İran İslam Cumhuriyeti’nin başını çektiği siyasal İslam’ın tersine başta Batı burjuvazisi olmak üzere uluslararası burjuvazi ile entegre olarak hareket etmesi, uluslararası alanda Batı-karşıtı bir siyaset gütmemesidir. 'Ilımlı' siyasal İslam’ın uluslararası burjuvazi ile iç içeliği bu modelin uluslararası burjuvazi açısından 'meşru' bir model olduğunu da göstermektedir. Kanımca günümüzde Erdoğan’ın temsil ettiği siyasal İslam’ın batılı ülkelerle çekişmesini bir karşıtlıktan ve karşılaşmadan çok bölgesel güç olarak ortaya çıkmak ve gelişmekte olan yeni uluslararası dengede güçten daha fazla pay kapmak için bir çeşit aile içi 'serbest rekabet' saymalıyız."

Doç. Dr. Azeri, dünyada geniş insan kitleleri açısından siyasal İslam'ın 'meşruiyetsiz ve insan düşmanı bir hareket' olduğundan kuşku duymuyor. Türkiye açısından bakıldığında ise bu siyasal İslam’ın siyasal-toplumsal kitlesel bir seferberlik ilan edebilecek güçte olmadığına işaret ediyor. Ilımlı siyasal İslam’ın böylesi kitlesel bir seferberlik yerine devlet aygıtına sarılmasının, siyasi tahakkümünü kitlesel bir hareketle değil; 'yukarıdan' inşa etmeye çabalaması da buna bağlıyor.

"Dahası, siyasal İslam ideolojik değil; siyasal bir harekettir. Her zaman olduğu gibi 'ideoloji' siyaseti belirleyen değil; siyasetin hizmetindedir. Siyaset sınıfların basbayağı dünyevi çıkarlarını kurmaları, korumaları ve sürdürmelerinin aracıdır."

'KENDİ CENNETİ İÇİN TÜM TOPLUMA SALDIRIYOR'

Doç. Dr. Azeri, "Türkiye’de siyasal İslam’ın temsilcisi olan Erdoğan-AKP iktidarının baskıcı siyasetlerinin temelinde, sermayenin karlılığı için gerekli olan 'ucuz emek, suskun işçi' cennetinin yaratılması isteği yatıyor" diyor. Bunun olanaklı olabilmesi içinse dar anlamda 'sınıfa' değil, bir bütün olarak topluma saldırması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Azeri, şu görüşte: "Bu çerçevede toplumun farklı kesimlerine, örneğin kadınlara ve farklı etnik gruplara, basına, ifade özgürlüğüne vs. karşı topyekun bir saldırı gerçekleştirmektedir. Toplumun sindirilmesi ve sermaye açısından istenilen 'istikrar' ve düzenin inşası için her düzeyde toplumsal haklar gasp edilip baskı altına alınmalıdır. 1 Kasım 'seçimleri' ertesinde sermaye örgütü TÜSİAD’ın 'seçim' sonucundan memnuniyetini ifade etmesini ve bu sonuçların istikrar sağlayacağını temmeni edip dillendimelerini bu çerçevede yorumlamak gerekir."

'SİYASAL ÖZGÜRLÜKLER BİLDİRGESİ' ÖNERİSİ

Doç. Dr. Azeri'nin çözüm önerileri ise şöyle:

"İşçi ve meslek örgütleri, kadın ve insan hakları örgütleri, muhalif siyasi partiler ve gruplar bir radikal bir 'siyasal özgürlükler bildirgesi'ne bağlılıklarını açıkça toplum nezdinde ifade etmeli, her koşulda bu haklardan ödün vermeyeceklerini ve olası toplumsal dönüşümler ve çalkantılar sürecinde ve ertesinde bunları savunacaklarını beyan etmelidir."

Doç. Dr. Azeri, böylesi bir bildirgede, dinin devlet ve eğitimden ayrılması; örgütlenme ve grev hakkı; asgari ücretin işçilerce belirlenmesi; kadın-erkek arasında tam eşitlik; her türden etnik baskı veya kimliklere baskıların, saldırıların sonlandırılması; siyasi tutsakların tahliye edilmesi; her siyasi parti ve grubun devlet medyası ile kitle iletişim araçlarına erişebilmesi; yönetimin doğrudan halk konseyleri aracılığıyla halka verilmesi gibi asgari taleplerin yer almasını savunuyor.

'MAHALLE, FABRİKA, OKUL VE İŞ YERLERİNDE KOMİTELER KURULMALI'

"Halk konseyleri ve işçi konseylerinin kuruluşuna şimdiden başlanmalıdır. Tüm yurttaşlar siyasal görüşlerinden bağımsız olarak bu konseylerde yer alabilmeli ve görüşlerini özgürce ifade edebilmelidir.

Halk mahalle, fabrika, okul ve iş yerlerinde komiteler biçiminde örgütlenmelidir. Hiçbir siyasal parti veya örgüt konseylerin ve komitelerin faaliyet özgürlüğünü sınırlandıramamalıdır. Siyasi ve toplumsal bütün kararlar açık ve saydam biçimde halkın gözü önünde alınmalıdır. Siyasal parti ve örgütler halkın başı üzerinden ve perde arkasında iktidarla veya uluslararası güçlerle siyasi hiçbir görüşme ve anlaşmaya girmemelidir."

PROF. DR. ÇAĞLAR: ANTİFAŞİST-ÖZGÜRLÜKÇÜ BLOK LAZIM

Prof. Dr. Gazi Çağlar, demokratik muhalefeti güçlendirmenin, toplumun önüne kendi içinde bütünlüklü bir demokrasi programıyla çıkılmasından geçtiğini söylüyor.

"Doğrudan halk demokrasisi diye tanımlayabileceğimiz bu program, üreten halkın kendi kendisini yöneteceği bir perspektifin ekonomiden siyasete, eğitimden kültüre pratikleştirilmesinden başka bir şey olamaz. Özgürleşme ve eşitlik mücadelesi ile içiçe yürüyen, ülke çapında tüm halk kesimlerinin çeşitliliklerini koruyarak katılabileceği bir antifaşist demokratik bloka ihtiyaç yakıcıdır" diyen Prof. Dr. Çağlar, antifaşist-özgürlükçü blok önerisini şöyle formüle ediyor:

"Sosyalist soldan HDP ve CHP örgütlemelerine kadar uzanabilecek bir antifaşist-özgülükçü blokun gerçekçi bir iktidar seçeneği olarak örülmesi AKP faşizminin inandırıcı alternatifi olabilir. Ülkede aydınlanma, laikleşme, özgürleşme ve eşitlik adına tüm değerlere topyekun saldırı demek olan AKP faşizmi, ekonomide, siyasette, kültürde, eğitimde ve gündelik yaşamda ufuk açıcı mücadeleler ve bu mücadeleleri organlaştırma pratiği sonucu ancak geriletilebilir."

'DEMOKRATİK TOPLUM VE EMEK MERKEZLİ YÖNETİM HEDEFLENMELİ'

Prof. Dr. Çağlar, AKP'nin 'sıradan bir parti' olarak görülmesinin doğru olmadığını belirtirken, "AKP İslamcı-faşist bir rejimi mahallelerden devletin zirvesine kadar uzanan bir siyasal toplum-sivil toplum ve ekonomik toplum bütünlüğüyle kurmaktadır. Toplumun her düzey ve alanında kurumlaşmakta, gerici organik ağlar örmektedir" diye örnek veriyor.

"Karşı mücadele salt AKP karşıtı siyasal söylem üzerine inşa edilemez. Politik toplumda demokratik bir iktidarı hedefleyen antifaşist bir blok oluşumuna, sivil toplumda AKP'nin vakıflardan camilere, eğitimden paramiliter organizasyonlara, gerici-İslamcı kültürden medyaya uzanan sivil toplum ağına karşı mahallerde halk okullarından özgür medyaya, özgürleştirici kültür kurumlarından yayın evlerine, tiyatrolardan organik aydınlara uzanan bir demokratik sivil toplum inşasına ve nihayet emek merkezli ekonomide doğrudan yönetimi hedefleyen mücadelelere ihtiyaç vardır. Tüm bu mücadeleler üzerine inşaa edilen başka bir toplum perspektifi pratikkte ete kemiğe bürünerek mümkün hale getirilmek zorundadır. İnsanlığı ve doğayı duvara çarptıran kapitalizme karşı başka bir toplum perspektifi olgunlaştırılıp AKP faşizmi karşısına gerçekleştirilebilir bir seçenek olarak konulmadan AKP'yi yaratan şartları ortadan kaldırmak mümkün değildir. Geçmiş sosyalizm deneylerinin antikapitalist bir pespektifte eleştirisi ve özeleştirisi, giderek pratikte olgunlaşacak yeni bir toplum perspektifine katkıda bulunacaktır."

AKP'yi aynı zamanda, 'bireyi köleleştirip kullaştırma, boğucu-biatçı cemaat ilişkilerine hapsetme projesi' olarak gören Prof. Dr. Çağlar, şöyle devam ediyor: "Bu kapitalizmin bugünkü aşamasının ihtiyaç duyduğu bireye bile aykırıdır. Genelleştirerek söylersek AKP faşizmi ve tüm alanlarda dayattığı çözümler, çelişkileri derinleştiren sorun yumaklarıdır. AKP seçimlerde tek başına iktidarı kazanmıştır, ama önünde ekonomiden siyasete, kültürden doğaya bir dizi çelişki ve derinleşecek kriz mevcuttur. Demokratik muhalefetin tek tek her alanda -deyim yerindeyse - eşyanın kendisine içkin bu çelişkileri özgürlükçü-eşitlikçi perspektifte derinleştirme ve aşma olanakları çok geniştir. Hayal kırıklığı, yenilgi psikozu için her hangi bir sebep yoktur. AKP faşizminin ve kaptalizmin meşruiyetini sorgulayanlar, meşruiyetlerini doğrulardan, etik değerlerinden, eşitlik ve özgürlük arzularından ve tarihsel haklılıklarından alırlar."

Prof. Dr. Çağlar, Gramsci'nin "kafanın pesimizmi - kalbin optimizmi"ni örnek vererek, "Zorunlu çelişik, bütünlük olarak antifaşist birey ve kolektiflerin ilkesidir" diyor.

PROF. DR. TONAK: SAMİMİ BİR DURUM DEĞERLENDİRMESİ YAPMALI

Bilgi Üniversitesi'nden Prof. Dr. E. Ahmet Tonak, demokratik muhalefeti örgütleyecek yapı olarak HDP'yi işaret ediyor.

İlk yapılacak işin ise, 'yaygın katılımla samimi bir durum değerlendirmesi yapmak' olduğunu düşünen Prof. Dr. Tonak, şöyle diyor: "Örtülemeyecek bazı gerçekler zaten belirmeye başlamıştır.  HDP’nin oy tabanı bölünmüştür.  Medyada 'Kürt orta sınıfları', 'Kürt muhafazakarları' diye nitelenen sosyal kesimlerden Haziran seçimlerinde kazanılanların bir kısmı HDP’yi terk etmiştir.  Ayrıca, HDP’nin Türkiyelileşme iddiasına Batı’da sempati duyan kesimlerden de kısmi bir kopma olmuştur.  Fakat, bu ayrışmanın önemi nicel değil, nitel yanındadır.  Dolayısıyla, soruyu 'oy oranımızı nasıl tekrar %13 veya üstüne taşırız' şeklinde sormamak gerekir."

"Radikal genç Kürtlerin talepleri olan demokratik özerklik/öz savunma ile HDP’nin Batı’daki destekçilerinin liberal-sol düşünceden beslenen demokratik-haklarcı/yeni-Anayasacı talepleri artık örtüşmemeye başlamıştır.  HDP’nin de bu ayrışmayı gözlemlediği aşikar. Yeterince çözümleyip, nasıl ilerlemesi gerektiği konusunda bir netliğe varmalı. Ayrıca bu farklılaşmanın geçici olduğunu, yani iki seçim arası yaşananların sonucu olduğunu da düşünmüyorum."

'AYRIŞMAYI BESLEYEN ÇELİŞKİ VE SÜREÇLER BELİRLENMELİ'

Ayrışmayı besleyen yapısal çelişkiler ve süreçlerin olduğuna işaret eden Prof. Dr. Tonak, şöyle diyor: "Yapısal çelişki ve süreçlerin adının konması, ağırlıklı olarak hangi sosyal kesim ve tabakaların bir araya getirilebileceği konusunda netlik sağlayacağı gibi, siyasetin ana ekseninin belirlenmesine de hizmet edecektir. Bu da, muhtemelen HDP’yi egemenlerin belirlediği gündelik siyasetin gündemine hapsolmaktan kurtaracaktır. Örneğin, sermaye tahakkümüne karşı (ki, faşizm bu tahakkümün alabileceği biçimlerden sadece biridir) emekçi örgütlenmesine mi ağırlık verilecektir, yoksa yeni Anayasa girişimlerinin anaforuna kapılıp AKP rejimine dolaylı bir biçimde de olsa meşruiyet mi kazandırılacaktır... Hayati bir yol ayrımında olduğumuz açıktır."