Salı, Nisan 16, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Bugün Selahattin Demirtaş'a 'hain' diyenler dün Nazım Hikmet'te 'vatan haini' diyorlardı

 

Bugün Selahattin Demirtaş'a 'hain' diyenler dün Nazım Hikmet'te 'vatan haini' diyorlardı

 

Ahmet Aydın

31. 12. 2015

 

DTK kongresi sonucunda yayınlanan ’’özerklik“ bildirgesiyle birlikte, iktidarın tepesindekiler tepinip, dişine kan değmiş Kurt gibi ulumaya başladılar. Onlar, yoğun bir kara propaganda, dezenformasyon, tehdit ve şantaj kampanyası eşliğinde; Kürt halkının meşru ulusal-demokratik taleplerinin; Türkiye ve dünya kamuoyu tarafından bilinmesini ve tartışılmasını engellemeye çalışıyorlar.

Türkiye'deki iktidar sahipleri bugüne kadar halkı istedikleri gibi yönlendirip kullanabilecekleri bir “hayvan” sürüsü olarak gördüler. Bu nedenle, tıpkı çevresinde beliren bir tehlike nedeniyle paniğe kapılıp, oraya buraya saldıran bir hayvan sürüsü gibi, halkı yönlendirmeye çalıştılar. Dinsel ve milliyetçi değerlerin tehlikeye düştüğü propagandası; bu alanda şimdiye kadar her zaman işe yaramıştır. Maraş ve Çorum katliamları “Aleviler, Solcular camiyi bombaladı” yalanıyla başlatılmıştı. Bugün de, Kürtlerin en alt düzeydeki talepleri bile; bir ulusal felaket ve “vatanın bölünmesi” olarak sunuluyor. „Ey cemaati müslimin, ey Türk milleti yetiş, Kürtler vatanı bölüyorlar“ bağırışlarıyla Türk milletini linçe davet ediyorlar. Bu oyunun halk üzerinde gerekli gerekli etkiyi yaratması ve bu durum üzerinden bir terör ve katliam dalgasının üretilmesi için, ırkçı-faşist-gerici kesimler ittifak halinde; hep birden tehditler savurarak, gürültü patırtı çıkartarak; Kürtlerde bir panik ve sinme, Türkler arasında ise bir hezeyan havası oluşturmaya çalışıyorlar.

Elbette, bu şoven-faşist saldırı dalgası, günümüzde Kürdistan'da süren soykırım operasyonlarıyla koordineli yürütülmektedir. Amaç, Kuzey Kürdistan üstünde süren kuşatmayı, TC sınırları içindeki tüm Kürtleri kapsayacak şekilde genişletmek, başta aydınlar olmak üzere; Kürt halkına karşı yeni bir katliam ve terör dalgası estirerek, kendi kaderini tayin yönünde gelişen ulusal iradeyi kırmaktır. Parti kapatma ve dokunulmazlıkların kaldırılması tehditleriyle, özellikle HDP ve Eşbaşkanlar üzerinde bir baskı oluşturulmaya çalışıldığı da açıktır.

Bugün geleneksel taktiği uyguladıkları halde halkta yeterli sarsıntıyı yaratamadıklarını düşünenler de var. Yandaş medyanın yazarlarından birisi “Eskiden, bunlardan bir tanesini yanlışlıkla ağızlarından kaçırsalar yer yerinden oynardı. Ama bu sefer sinek vızıltısı kadar bile tesiri olmadı.“[1] sözleriyle Türk milletine sitem ediyor. Yani yeterince Kürt linç edilmedi, yeterince kan akıtılmadı, yeterince dükkan yakılmadı, yağmalanmadı diye üzülüyor.

Ancak, iktidar sahiplerinin bugün Kürt halkına karşı yürüttüğü mücadele ve propaganda kampanyalarının temelinde sadece geleneksel devlet refleksi yatmıyor. Geçmiş süreçlerden farklı olarak bugün, Kürt halkı taleplerine ulaşma noktasında çok daha avantajlı bir konumdadır. Ortadoğu üzerinde bir yüz yıldır dolaşan Kürt heyulası artık maddi bir güce dönüşmüştür. Sadece Güney Kürdistan ve Rojava’da değil; Kuzey Kürdistan’da da Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Kerboran, Derik, Gever gibi alanlarda Kürt halkı kendi kendisini yönetme iradesini pratiğe geçirmiştir. Türk devleti ağır saldırılarına rağmen halkın bu direniş iradesini kıramamıştır. Halkın direnişi, kararlığı ve cesareti gerçekten tarihsel ve muhteşemdir. İktidar sahiplerinin paniklemesine ve giderek saldırganlaşmasına yol açan en önemli etken, halkın bu büyük direnişidir. DTK kongresi bu direnişi, talepler noktasında biraz geriye çekse de sahiplenmiş, dolayısıyla devletin; farklı mücadele alanları arasında ve halk saflarında kopuş ve ayrışma yaratma çabaları önemli ölçüde boşa çıkartılmıştır. Böylece, belki de Kürt ulusal hareketin tarihinde ilk kez, halkın pratik talepleriyle siyasal öncülüğünün siyasal programı bu düzeyde örtüşmüştür. İktidar sahipleri bu durumun, her alanda daha istikrarlı ve kararlı bir güç anlamına geldiğini görecek durumdadırlar.

Özetle, sübjektif olarak Kürt ulusal hareketi ayrı bir devlet kurma hedefiyle hareket etmediği halde, objektif durum Türk devletinin karşısına daha önce hiç karşılaşmadığı dinamikler çıkarmıştır. Bu da Türk devletinin aşırı paniklemesine ve aşırı saldırgan bir karakter kazanmasına yol açmıştır.

Kimdir gerçekte hain olan?

Mahallenin namusunu korumak adına bir linç güruhu toparlamaya çabalayan yobazlar gibi, R. T. Erdoğan ve onun müritleri ardı ardına başta HDP yöneticileri olmak üzere tüm Kürt aydın ve siyasetçilerini düşmanlaştıran ve hedef gösteren açıklamalar yaptılar. DTK kongresinden önce başlaması ve yoğunluğu dikkate alındığında, bu saldırıların sistematik ve planlı olduğunu söyleyebiliriz.

Erdoğan direk HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ı hedefledi. Şöyle demiş bazı Türklerin reisi: “Eş başkanın yaptığı açıklamalar, açık olarak provokasyondur, ihanettir.“

Reisleri böyle konuşunca onun adamları da peşi sıra aynı kelimelerle saldırıya geçtiler. Sadece siyaset ve bürokrasi cephesinde değil, özellikle TV ve gazetelerde yoğun bir kara propaganda faaliyeti yürütülmektedir. Ana akım medya adeta HDP’ye kapatılmış ve namuslu muhalif aydınlar da bir kaçı hariç susturulmuştur. Dolayısı ile; bu ortamda iktidarın adamları medya alanında kendileri çalıp kendileri oynamakta ve algı operasyonlarını başarıyla yürütmektedirler. Göbbels’in ruhu olan biteni izliyorsa eğer, tezlerini bu kadar başarılı bir şekilde hayata geçiren Erdoğan’la iftihar ediyordur mutlaka.

T. Erdoğan'ın sözcüsü İbrahim Kalın ise kendisinin ve reisinin dar görüşlülüğünü çıplak olarak ortaya seren bir açıklama yaptı. İbrahim Kalın şu ilginç bir tezi ileri sürmüş: “Zaman zaman dile getirilen ve dün en açık ifadesini bulan ayrılma, bölünme, özerklik, öz yönetim, kanton yönetimi vesaire gibi fantezilerin demokratik olgunluk içerisinde hareket eden toplumlarda bir karşılığının olmadığını ifade etmek isteriz“ [2]

Bu sözleri söyleyen bir insanın ya da adına konuştuğu makamın bu dünyada bulunduğuna inanmak zordur. Halbuki, demokratik olarak kabul edilen batılı devletlerin bir kaç tanesi hariç; neredeyse tümü, özerk bölgelere ya da federal yapıya sahiptirler. Dahası, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, bu ülkelerde idari ve siyasi yönetim alanlarında gelişen eğilim, daha verimli ve daha demokratik bir yönetim hedefiyle; merkezi yönetimlerin yetkilerini yerel yönetimlere devretme yönündedir. Bu eğilimin en belirgin olarak gözlemlendiği ülke İspanya'dır. Keza İskoç halkının İngiltere’den ayrılmak için referanduma gittiğini hatırlatmak gerekir. Avrupa’da üniter devlet yapısı ile istisna olarak kabul edilebilecek olan Fransa bile, giderek bölgesel özerkliği güçlendirme yönüne girmiştir. Bu dünyada yaşayıp da gelişen bu eğilimi görmemek gerçekten olağan bir durum değildir.

Ahmet Davutoğlu bu saldırı dalgasına daha önceden ve başka bir yerden katılmıştı:

Davutoğlu, Demirtaş’ın Rusya ziyaretini partisinin ve devletin geleneksel gerici-şoven zihniyet temelinde yorumlayarak ona “ihanet” suçlamasında bulundu:

"Böyle bir süreçte Rus uçakları masum Türkmenleri, masum Arapları, masum Kürtleri Azez'de, Halep'te, İdlip'te, Bayırbucak'ta bombalarken koşa koşa Rusya'ya gidip destek bildirmek açık bir şekilde bu millete ihanet etmektir. Bu açık bir aymazlıktır. Moskova'da onlarla yan yana gelip Türkiye'yi eleştirmek sadece bu ülkeye değil, insanlığa da ihanettir.”[3]

Davutoğlu'nun masum dediği grupların hemen hemen tümü Alevi ve Kürt köylerini basıp, toplu katliamlar gerçekleştiren cihadist-terörist gruplardır. Bu canilerin IŞİD'li teröristlerden hiç bir farkları yoktur. Mesela, El Kaide'ye bağlı olan El Nusra grubu Davutoğlu’nun belirtiği alanda faaliyet yürütüyor ve Türkiye tarafından destekleniyor. Türkiye’nin bu örgütlere yasadışı olarak silah ve lojistik destek sağlandığını, hatta kimyasal silah edinmeleri için yardımda bulunduğunu; artık mahkemelere yansımış olan olaylardan biliyoruz. Üstelik, Türkiye’nin bu terör örgütleri ile yaptığı işbirliğiyle ilgili haberler neredeyse her gün dünya basınına yansımaktadır.

Evet, bu teröristler Davutoğlu’nun milletinden olabilirler ancak, Demirtaş’ın milletinden olmadıkları, aksine onun milletine düşman oldukları çok açıktır. Daha bugünlerde El Nusra ve diğer gruplar Afrin’de Kürtlere saldılar. Dolayısıyla, Demirtaş’ın bu terörist gruplara karşı mücadele etmesi ve bu yönde mücadele yürüten diğer güçlerden hoşnut olması gayet doğal bir durumdur. Bu onun yurtseverlik ve insanlık görevidir.

Peki ama Davutoğlu’nun ve onun içinde bulunduğu iktidarın bu çeteleri desteklemesi ve Suriye halkına karşı savaş yürütmesi ne anlama geliyor? Kendi yasalarını ve halkın barış talebini hiçe sayarak, başka ülkelere karşı savaş açıp yüzbinlerce insanın ölümüne yol açanlar; hem kendi ülkelerinin yasalarına hem de insanlığa karşı suç işliyorlar. Üstelik bu suçu işleyenler yönetici konumda iseler bu ‘vatana ihanet suçu’ kapsamına girer.

Kısaca:                                                                                                                 

Davutoğlu ve reisine göre; El Nusra’ya, IŞİD'e silah ve para verip Alevileri, Kürtleri ve Arapları katletmek vatanseverliktir. Bize göre ise insanlık suçudur.

T. Erdoğan ve adamları için, Kürtlerin kendi ana dillerinde eğitim görmesi, kendi ulusal kimlikleri ile kendi vatanları üzerinde, onurlu ve huzurlu bir yaşam sürmeleri için özerk Kürdistan talep etmeleri “hainliktir”. HDP, Demirtaş ve bizim için ise; bu talepleri ileri sürmek ve gerçekleştirmek için mücadele etmek insanlık ve yurtseverlik görevidir.

Bu coğrafya, iktidar sahiplerinin bu tür saldırılarına yabancı değildir. Dün de, Nazım Hikmet ve diğer komünistler yoksulluk, sömürü, savaş ve faşizm olmasın dedikleri için; bugünkü egemenlerle aynı zihniyete sahip dünün egemenleri tarafından “vatan haini” ilan edilmişlerdi. Halbuki, Nazım ve diğer komünistler vatanlarına ve halklarına hiç bir zarar vermediler. Aksine, Nazım’a ‘’vatan haini’’ diyenler, diğer suçlarının yanı sıra, Amerikan mali yardımı ve NATO üyeliği karşılığında Kore’ye asker göndererek, dört bine yakın gencin ölümüne neden oldular. Tıpkı bugün AKP iktidarının yayılmacılık, yağma ve Körfez ülkelerinin mali yardımı karşılığında Suriye’ye savaş açması gibi.

Nazım Hikmet “Vatan haini” adlı şiirinde kendisini hainlikle suçlayanlara şöyle cevap vermişti:

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

 

Nazım’ın iktidar sahiplerine verdiği bu cevap bugün hala güncelliğini koruyor.

 

Dipnotlar

--------------------------------------------------

 

[1] Nuh Albayrak, 30 Aralık 2015, http://haber.star.com.tr/yazar/galiba-kurt-devletine-haziriz/yazi-1079263

[2] 28.12.2015, http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/37438/cumhurbaskanligi-sozcusu-kalin-ozerklik-oz-yonetim-gibi-fantezilerin-toplumda-karsiligi-yoktur.html

[3] 24 Aralık 2015, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/12/151224_davutoglu