Perşembe, Mart 28, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Yeni Karakollar barış için mi yapılıyor?

 

Yeni Karakollar barış için mi yapılıyor?

 

Ahmet Aydın

10. 06. 2014

 

Lice ve Kürdistan'ın diğer pek çok yerinde halk, yeni askeri Karakol ve Kalekolların yapımına karşı güçlü bir direniş geliştiriyor. Lice'de gerçekleşen protestolar sırasında Ramazan Baran ve Baki Akdemir iki Kürt genci asekerlerin açtığı ateş sonucunda can verdi. Ayrıca halktan yaralananlar var. Aynı bölgede daha önce gerçekleştirilen protestolarda da, Medeni Yıldırım adlı Kürt genci sırtından vurularak öldürülmüştü.

Türk basını ve devlet yetkilileri, günlerdir süren bu direnişleri kamuoyundan gizlemek ve çarpıtarak yansıtmak için yoğun bir çaba harcıyorlar. Öncelikle, bu direnişlerin sivil niteligini gizlemek için PKK'lılar yol kesti ve askere ateş açtı yalanı ile, sanki eylemler gerillar tarafından gerçekleştiriliyormuş izlenimi yaratılmaya çalışıldı.

 

Ancak yalanlarının ömrü çok kısa oldu. Lice'de yaşanan katliam, bu direnişlerin halk direnişleri olduğunu net olarak ortaya çıkardı.

 

İktidar yetkilileribiz barış için canla başla çalışırken nerden çıktı bu eylemler“ iması veren şaşkın aptal pozları ve üçüncü sınıf yeşilçam aktörlerine taş çıkartan bayağı mimikleri ile yine pişkince konuşup duruyorlar.

 

Direnişlerin etkisini kırmak amacıyla Diyarbakır'da alelacele düzenlenen "Yeni Türkiye'nin Açılan Kilidi: Çözüm Süreci Çalıştayı"nda konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem şunları söylemiş: „Örgüt dağdaki silahlı unsurlarını yurt dışına çekmesi gerekirken süreç içinde sürekli dağa daha fazla eleman çekmeye çalışıyor. Bu olaylar süreci baltalamakta, toplumda haklı olarak tepki ve kaygı oluşturmaktadır. Bu, çözüm sürecini ruhuna da terstir.“ 1

 

Peki, yeni karakollar inşa etmenin, bölgeyi adeta yeniden askeri olarak zapt u rapt altına almanın barış ruhu ile ne ilgisi var?

 

Sen, yeni ve teknik olarak güçlü askeri üstlerle, yeni yollar ve barajlarla gerillayı dört bir taraftan kuşatcaksın, profesiyonel ordu ve en yeni silahlarla bölgeye askeri yığınak yapacaksın, İran'ın gerici rejimi ve KDP ile anlaşıp doğu ve güneyden gerillayı saracaksın, Rojava'da taşeron olarak beslediğin dinci teröristleri Kürtlerin üstüne salacaksın ve üstüne üstlük psikolojik savaş kampanyaları ile gerillaya yeni katılımları kesmeye çalışacaksın; yani açıkça „ben sizi boğacağım'' diyeceksin ve karşındakilerinden sesizce oturup ölümü beklemelerini isteyeceksin. Dışardan bakıldığında bile açıkça görülen bu çelişkili ve tehlikeli manzarayı, elbette tehdidin hedefinde olan ve tehditle pratik olarak karşıya olan gerilla güçleri ve halk daha hassas tespit etmektedir.

 

Gerillayı bir yana bırakalım, diyelim ki siz bu Karakol veya Kalekolların yapıldığı bölgede yaşayan bir köylüsünüz, etrafınızda askeri hareketlilik ve hazırlıklar var. Sizin aklınıza gelmez mi, madem ki barış gelecek, peki bu yeni askeri yapıların ve stratejik askeri mevzilenmenin anlamı nedir? Bu askeri yığınak kime karşı yapılıyor? Bölgede neyin hazırlıkları yapılıyor, barışın mı savaşın mı? Dün bölgede Karakolar ve asker vardı, bugün de var. Üstelik gelecekte asker daha güçlü bir biçimde var olacak. Dün o karakollarda yaşanan iskenceleri ve faiili meçhulleri bu halk henüz unutmadı. Eski düzen aynen sürecekse; peki, gelececegi söylenen bu barış Kürdün yaşamında neyi değiştirecek? Cevapsız kalan bütün bu sorular, elbette halkı gelecek açısından ciddi bir şekilde kaygılandırıyor.

 

Bu halk, bir buçuk yıldır, „çözüm, barış, kardeşlik, analar ağlamasın söylemleri ile süslenen nutukları dinleyip durdu. Ancak, pratikte sorunun köklü çözümüne dair hiç bir ciddi adım atılmadı.

 

7 Haziran'da Diyarbakır’da düzenlenen, ‘Çözüm Süreci Çalıştayı’nda konuşan Beşir Atalay, “Başbakan’ımızın başkanlığında çok geniş katılımlı bir değerlendirme yaptık. Yeniden geldiğimiz safhadan itibaren daha somut, daha zamanlı, periyodu belli, atılacak adımları belli bir yol haritası üzerinde çalışma kararı çıktı.“2 demişti. Bu açıklama, bugüne kadar somut, zamanlaması belli bir planlamanın olmadığının çok açık bir itirafıdır. Ve bu açıklama sadece geçmişe dair bir itiraf değil, aynı zamanda geleceğe yönelik söylenmiş, öncekilerden daha büyük bir yalandır.

 

AKP iktidarının Kürt Sorunu'nun çözümüne ve kalıcı barışa yönelik bir planı yoktur. Aksine AKP'nin, 2023 yılına kadar içerde bir padişahlık rejimi, Ortadoğu Bölgesinde de 'İslam Emirliği' kurma planı vardır. Tüm diğer palan ve adımlar bu stratejik palana bağlıdır. En önemlisi de, AKP bu planını gerçekleştirmek için karşısına çıkabilecek tüm muhalif güçleri şiddetle yok edecek düzeyde vahşi bir karektere sahiptir. İçerde barışçıl gösterilere karşı uygulanan şiddetle bastırma siyaseti, dışarda ise; Suriye karşı yürütülen savaş, AKP'nin bu karekterini somut olarak ortaya koymaktadır.

 

Kürt Halkı'nın bugün gelişen öfkesi ve isyanı, AKP iktidarının söylemi ile yaptıkları arasındaki bu çelişki ve tutarsızlığa, barış umutlarının sömürülerek yeniden bir savaşa doğru sürüklenmelerine; yani kısaca bu isyan, AKP iktidarının yalanlarına, sahtekarlıklarına ve sinsi savaş hazırlıklarına karşıdır.

 

Çok açık, AKP iktidarı barış ve demokrasi için çalışan bir iktidar ve bölgedeki bu hazırlıklar da barış için yapılan hazırlıklar değildir. Barış politikası, yeni askeri yatırımları değil, öncelikle savaşın yarattığı, ekonomik, sosyal, psikolojik yaraların sarılması için, içeriği belli olan bir planın ortaya konulmasını ve hiç vakit kaybetmeden paratik adımların atılmasını gerektirir.

 

Ama „barış için güvenlik şart“ diyebilir Türk-İslam Devleti'nin yetkilileri. Peki ama ikibinli yıllara kadar „güvenliğinsağlanması için teröristlerin temizlenmesini esas alıp kirli bir savaş yürütmediniz mi? Siz şimdi, barış yolunun bölgenin yeniden askeri olarak zapt u rap altına alınmasından geçtigini söyleyerek, eskiye dönmüş olmuyor musunuz?

 

Aslında, AKP iktidarının Kürt Sorunu konusunda geçmiş iktidarlardan farklı bir yaklaşımı yoktur. Tek fark, AKP iktidarının politikalarının gerçek niteliğini, yalan ve demogoji ile çok iyi kamufule etmesi ve gizlemesidir. Recep Tayyip'in hemen hemen her gün tekrarladığı o „düm teke tek“ nakaratını bir yana bırakalım. Diyarbakır'da düzenlenen sözkonusu „çalıştay“da konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem'in konuşması geçmiş iktidarlarla bugünkü iktidarın politikalarının ortak karekterini açığa vuruyor. Bu toplantıda konuşan tüm AKP yetkililerinin konuşmaları da aynı içeriktedir. Şöyle diyor Ekrem Erdem: "Bugün, 30 yılı aşkın süredir ülkemizin canını yakan, 40 bine yakın insanımızın hayatına mal olan, yüzlerce milyar dolarlık ülke kaynağının heba olmasına sebep olan terörü bitirecek çözüm sürecini konuşacağız." 3

 

Demek ki, AKP iktidarı için mesele „terörü bitirmek''tir. Yani mesle bir „güvenlik“ meselsidir ve güvenlik meslesinin esas çözüm yöntemi askeri ve esas çözüm aracı şiddettir. AKP iktidarın bölgede askeri yatırım ve yığınak yapmasının, yoğun olarak silahlanmasının nedeni de budur zaten.

 

Ateşkesin yarattığı sarhoşluk ya da ölümcül uyku hali

 

Bölgede ateşkesin sağlanması ve karşılıklı olarak ölümlerin yaşanmaması; şimdiye kadar „çözüm süreci“nin en olumlu ve belki de tek kazanımı olarak gösteriliyordu. Bu argüman artık ciddi bir yara almış durumdadır. Devlet, hem Kürdistan'da hem de Türkiye'de insan öldürmeye devam ediyor. Devletin insanları öldürmesi için onların gerilla gibi silahlı bir biçimde devletin karşısına çıkması gerekmiyor. Gezi Parkı eylemlerinde yaşandığı gibi, en doğal hak ve özgürlüklerin talep edildiği barışçıl eylemlerde bile, devlet insanları öldürebiliyor. Dünden bugüne, bu noktada Türk-İslam Devleti'nin karekterinde bir değişim yoktur.

 

Söylemek zorundayız ki; bugün barış sorunu neredeyse ateskese ve bir anlamda da çok sayıda insanın ölüp ölmemesi sorununa endekslenmiştir. Hiç kuşkusuz insanların ölmemesi barış için gerekli bir koşuldur, ancak kesinlikle yeterli bir koşul değildir. Öyle durumlar vardır ki, belki insanlar sıcak bir savaş sonucunda ölmezler; ancak, ölümden beter koşullarda yaşamaya mahkum edilirler. Bugün Soma ve diger maden bölgelerinde işçilerin mahkum edildiği kölelik sistemi gibi. Böylesi bir düzende gerçekte barış yoktur, çünkü barış eşitler arasında olur. Kölelik ve kulluk rejiminde barış olmaz.

 

Kürt Sorunu'un çözümünü ateskes sürecine indirgemek ve ateskes sürecinde yaşanan olumlukuları bir bütün olarak sorunun stratejik çözümü sürecinde yaşanacakları perdeleyecek şekilde büyütmek, sedece dar bir yaklaşım değil, aynı zamanda ölümcül bir uykuya yatmak demektir. Evet, bugün sıcak bir savaştaki gibi insanlar ölmüyor. Ancak, bu durum yarın daha fazla insanın ölmemesinin ve katliamlar yaşanmamasının güvencesi olabilir mi? Daha da önemlisi, katliamlardan ve ölümlerden korunmanın yolu, barış adı altında düzenin çizdiği sınırlara çekilip, düzene biat etmek midir; yoksa tam aksine düzeni değiştirmek için bir muhalaefet gücü olarak örgütlenip direnmek midir?

 

İktidarın „terör“ olarak nitelediği bu mücadele ve sonrasında gelişen savaş, nedensiz ve bir kaç insanın keyfi davranışları ile başlamadı. Savaşın kaynağı Kürt Sorunu'dur. Çatışmanın kaynağını doğru tespit etmeden geliştirilecek hiç bir çözüm kalıcı olmaz. Kürt Sorunu'nun çözümü sağlayacak ve Kürt Halkı'nın ekonomik, sosyal, siyasal durumunu köklü bir biçimde iyileştirecek ciddi ve köklü adımlar atımladığı sürece, eskiden olduğu gibi koşullar yeni savaş ve çatışmaları tetiklemeye devam edecktir.

 

Hiç kuskusuz sorunların şiddet kullanılmadan ve ölümler olmadan, diyalog ve siyasi yöntemlerle çözülmesi en doğru yoldur. Ancak yine biliyoruz ki, dünyamızda ulusal ve toplumsal sorunların çözümüne genellikle askeri yollardan ulaşılmaya çalışılmaktadır. Üstelik savaş yoluna başvuranlar da, genellikle egemen devletler ve güçlerdir.

 

Barışçıl çözümler hiç kuskusuz ezilenlerin ve zayıf durumda olanların yararınadır. Ne var ki, çoğu zaman egemenler ezilenlere zora başvurmaktan başka bir seçenek bırakmazlar. Ne ilginçtir ki, kendi çıkarları gerektirdiğinde, halkın en barışçıl eylemleri karşısında bile acımasızca şiddete başvuran egemenler, ezilenler kedi haklarını almak için silahlı direnişe geçtiklerinde, ezilenlere barışçıl mücadelenin nimetlerini anlatmaktadırlar. Bu adi bir iki yüzlülüktür.

 

Sonuç olarak: Sadece ''Yeni ölümler olmasın'' sloganı, bugünkü koşullarda barış mücadelesinin gereklerini karşılayan bir slogan değildir. Bu slogan, ''Kürt Ulusu ve diğer ezilen halklara eşit haklar ve özgürlük'' talebi ile birleştirildiğinde asgari düzeyde gerçek bir barış sloganı olur.

 

Dipnotlar

--------------------------------------------------------------------------------

2Yeni Şafak, adı geçen yazı

3Yeni Şafak, adı geçen yazı