ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrak, Rûdaw'a yaptığı açıklamalarda, SDG ve Rojava Kürtlerine zorunlu istikamet çiziyor. ''Tek yol Şam'' diyor. Ayrıca ''Suriye'de hatta Irak'ta federasyonun işlemediğini'' söylüyor. Suriye ve Irak'ta ''tek millet ve tek devletten'' bahsediyor.
Ahmet Aydın
10 Temmuz 2025
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrak, Rûdaw'a yaptığı açıklamalarda, SDG ve Rojava Kürtlerine zorunlu istikamet çiziyor.[1] ''Tek yol Şam'' diyor. Ayrıca ''Suriye'de hatta Irak'ta federasyonun işlemediğini'' söylüyor. Suriye ve Irak'ta ''tek millet ve tek devletten'' bahsediyor. Kürtlerin acele edip fırsattan yararlanmasını ifade eden sözleri de, bir anlamda tehdit içeriyor.
Bu ifadeler, büyükelçinin cehaleti ile Trump yönetiminin siyasal, tarihsel ve kültürel derinlikten yoksun, bayağı düzeydeki pragmatik siyasetinin uyumlu bileşiminin ürünüdürler. Trump yönetimi ''first Amerika'' parolasıyla emperyalist çıkarlar çizgisini belki daha da bayağı ve kaba bir düzeye çekmiş olabilir. Ancak, esas anlamda bu çizgi, ABD'nin geleneksel çizgisidir.
Irak'ta federasyon istenilen düzeyde iyi işlemeyebilir. Ama bu haliyle bile federasyon yönetimi, çok uluslu bir coğrafyada bir ulusun hakimiyetine dayanan merkezi devlet yönetiminden her halükarda daha iyidir. Bu coğrafyada federasyon işlemiyor da, merkezi devlet doğru dürüst işlemiş mi? Saddam'ın, Esad'ın merkezi devletleri nasıl işledi? Türk merkezi devleti nasıl işledi ve işliyor? Mesela Saddam'ın Kürtlere karşı gerçekleştirdiği soykırımların sebebi neydi? Bunun sebebi, tam da Büyükelçinin bahsettiği ''tek millet, tek devlet'' anlayışına ve Arap ulusunun hakimiyetine dayanan merkezi devlet yapısıydı.
ABD Büyükelçisi yakın tarih bilgisinden bile yoksundur. Ya da bilerek öyle davranıyor. ABD yönetimi, büyükelçisi aracılığıyla Kürtlere, yeniden Arap hakimiyetine girmeyi, yeniden soykırım tehditleri ile yaşamayı dayatıyor. Çok alçakça ve rezilce bir dayatmadır bu.
Farklı ulusların, bir devletin sınırları içinde bir arada yaşamasının asgari idari-siyasi koşulu, bölgesel özerklik ya da federasyondur. Ancak böylesi bir yapı ile farklı ulus ya da etnik gruplar, başka bir ulusun hakimiyetine girmeden, asimile edilmeden ve farklı kimlik ve değerlerinden dolayı zulüm görmeden yaşayabilirler. Böylesi insani-ulusal sorunlara yaklaşımda ABD'nin önceliği; kendi devlet çıkarları değil de, ulusların ya da etnik-dinsel grupların özgürlüğü ve kollektif haklarının korunması olsaydı, Kürt ulusuna Arap hakimiyetini dayatmazdı.
ABD (ve hatta İsrail), Suriye'de Kürtleri, Arap güçlerini dengeleyecek bir güç olarak merkezi devlet yapısına entegre etmek, böylece Suriye üzerinde kontrol sağlamak istiyor. Dolayısıyla ABD'in derdi, Kürtlerin geleceği ve hakları değil, Suriye üzerindeki hegemonyasıdır. Yani ABD, Kürtleri sadece kendi politikasının bir aracı haline getirmeye ve onları bir ''kontrol çubuğu'' gibi kullanmaya çalışıyor. Diğer yandan Rojava Kürtlerinin Şam rejiminin hakimiyetine girmesiyle, Türk devleti de, yeni bir Kürt öz yönetimi derdinden kurtulacak ve ABD ile daha rahat bir işbirliği kuracaktır. Ki ABD yönetiminin çıkarları da, Türkiye ile sorunsuz bir işbirliği kurma yönündedir.
Tüm uluslar için BM'in resmen kabul ettiği ''kendi kaderini tayin hakkı'' geçerliyken, sıra Kürtlere geldiğinde bu dünyanın egemenleri neden böyle alçaklaşıyor? Çünkü bu güçler için esas olan kendi devletlerinin çıkarıdır. Peki ama bu durumun oluşmasında bizim Kürtlerin bir suçu yok mudur? Elbette vardır, hatta suçun büyüğü bizimdir. ABD ve İsrail kendi çıkarları gereği zaman zaman Kürtlere yardım ettiklerinde ya da Kürtler hakkında hoş sözler sarfettiklerinde, bizim bazı Kürtler kendilerinden geçiyorlar. Kıraldan çok kıralcı kesiliyorlar. ''Bijî Amerîka, Bijî İsraîl" sloganlari atmaya başlıyorlar. Bu devletlere en ufak bir eleştiri getirenlere azgınca saldırıyorlar. Daha da vahim bir durum var: Öcalan Kürtleri için bağımsızlık, federasyon, özerklik ve hatta kültürel hakların gerekmediğini söylüyor. Rojava yönetiminin kafası da bu konuda karışıktır. İlk başta onlar da Öcalan'ın emirlerine uyup ''Suriye demokratik Arap ulusu''nun birer üyesi olmaya yeltendiler. ''Özerklik istemiyoruz'' dediler. Şimdi bizim Kürtler kendilerine bunları layık görüyorlarsa, bizim bu zibidi büyükelçinin söylediklerine kızmaya hakkımız var mıdır?
''ABD'den SDG'ye 130 Milyon Dolar yardım'' haberlerinin ardından bu direktiflerin verilmesi, Kürt ulusu açısından ortaya utanç verici bir manzara çıkartıyor. Bir soru gelip insanın kafasında düğümleniyor: Bizim Kürtlerin ulusal varoluş, ulusal onur ve haklar noktasında, bir kırmızı çizgileri, geri çekilebilecek bir son noktaları, bir son sınırları var mıdır? Mesela Kürtler ''Kürt ulusunun varlığının siyasal-hukuki ve idari düzlemde tanınması, Kürt öz yönetimi ve Kürtçe eğitim olmazsa olmaz kırmızı çizgimizdir'' diyorlar mı?
Demek ki asıl mesel şudur: Kürt ulusu, kendi varlığının ve haklarının olmazsa olmaz sınırını belirlemek zorundadır. Ve gerekirse bu sınırda yok olmayı göze almalıdır. Aksi durumda; bu kirli ve zalim egemenlerin küstahlıklarını duymaktan ve ayakları altında çiğnenmekten kurtulamayız.