21
Cts, Haz
4 New Articles

Devletin propaganda aygıtları ile Apocu propaganda aygıtları, Kürt ulusal varlığına karşı aynı propaganda argümanlarında birleşmiş gözüküyorlar. Böylece, Öcalan’ın ‘’devletle bütünleşme’’ siyasetinin ne anlama geldiğini de anlamış oluyoruz.

Öcalan ve çevresinin, Marksizm'den tümden kopma çabası içinde olduğu açıktır. Elbette bu kopuş, Öcalan'ın ulusal taleplerden vazgeçme ve Türk devleti ile bütünleşme siyasetinin dayattığı bir zorunluluktur. Sınıf mücadelesini, sermayenin iktidarı ile halk arasındaki çelişkileri, sömürgecilerle ezilen Kürt ulusu arasındaki çelişkileri yadsımanız ya da bu çelişkileri uzlaşır hale getirmeniz için, diyalektik ve tarihsel materyalizmi ret etmeniz zorunludur. Öcalan, diyalektik ve tarihsel materyalizmi bilen insanların, faşist bir devletle bütünleşme siyasetine evet diyemeyeceklerini çok iyi biliyor. Bu nedenle öncelikle bu bilinci köreltmeye çalışıyor. Felsefe diye, eklektik ve süslü bir söz yığınını örgütünün ve Kürt halkının başına döküyor. Amacı, halkı ve örgütünü sersemleterek gütmektir.

 

Ahmet Aydın

10 Haziran 2025

 

Öcalan'ın PKK'nin 12. Kongresine sunduğu ''perspektif'' yazısının özellikle felsefeye ve pozitif bilimlere ilişkin bölümleri, tam bir ''bulamaç çorbası'' niteliğindedir. Şimdi bu çorbanın aşçılarından birisinin de, Öcalan’ın yanına götürülen tutsaklardan Zeki Bayhan olduğunu, Yeni Yaşam gazetesinde çıkan bir röportajdan[1] anlıyoruz.

Zeki Bayhan ''ilişkisel diyalektik'' diye bir kavram üretmiş. Ve o diyor ki, ''Bu kavramsallaştırmaya, yeni paradigmal bakış açısının klasik diyalektikten farklarına işaret etmek için gittim.'' Bellidir ki, Zeki Bayhan ''klasik diyalektik'' derken Marksist diyalektik yöntemden bahsediyor. Esasında bir kişi 'ilişkisel diyalektik'' kavramını kullandığı anda, felsefe defterini kapatıp, aşçılık defterini açmış olur. Çünkü; diyalektiğin birinci yasası; ''Karşılıklı etki ve evrensel bağlantı yasası''dır. Bu yasaya göre, evrendeki her şey birbirine bağlıdır ve birbirini etkiler. Bu durumda bu arkadaş diyalektiğin önüne ''ilişkisel'' sıfatını getirerek, ''klasik diyalektik'' ile kendi ''yeni paragdima''sı arasına nasıl bir ayrım koymuş oluyor ki? 'İlişkisel diyalektik'' kavramı, biraz zorlamayla en fazla ''ilişkiselliğin ilişkiselliği'' anlamı taşır. Böylesi bir kavramsallaştırma da, Marksist diyalektik yöntem açısından bir anlam taşımaz.

Zeki Bayhan devamında diyor ki, ''Bakış açısında bütünü görme! Ama hangi bütün ve nasıl? Çelişkiyi oluşturan tarafları -bu noktada çelişkiyi çatışan iki tarafta sınırlı tutan klasik bakış açısını eksiklik gördüğümü belirtmem lazım- birlikte görmekten bahsediyorum. Bu; parçaları, parçaların birbiriyle ilişkileri ve tümünün oluşturduğu parça olarak bütünle ilişkileri içinde gören bakış açısıdır...Bağlantılı olarak, olay ve olguları ilişkisellikleri üzerinde görmek sadece onlara etki eden, onları oluşturan çoklu çelişkiler bütünlüğü içinde görmekle sınırlı değildir. Aynı zamanda bunların bir zamansal-mekansal boyutu (ya da ilişkisi diyelim) da vardır.''

Bu garip görüşlerden anlıyoruz ki, maalesef Zeki Bayhan diyalektiği kavramamıştır. Diyalektik ''çelişkiyi çatışan iki tarafta sınırlı'' tutmaz. Ancak çelişkileri öz/iç ve dış çelişkiler şeklinde sınıflandırır; öz(iç) çelişkileri temel/esas kabul eder, dış çelişkileri ve etkileri ise ikincil olarak görür. Örneğin, kapitalist toplumun temel çelişkisi emek-sermaye çelişkisidir. Bu çelişki toplumun niteliğini belirler ve çözülmeden de toplumun niteliği değişmez. Diğer sınıflar arasındaki çelişkiler, cinsiyetler arası çelişkiler ve ulusal vb çelişkiler kapitalist toplumun niteliği açısından ikincil çelişkilerdir. Bu durum, her hangi kapitalist bir ülkede, bazı koşullarda toplumun sosyal niteliği açısından ikincil olan bir çelişkinin, siyasal bir baş çelişkiye dönüşmesi durumunu dışlamaz. Örneğin, bir kapitalist ülke işgal edilebilir. Bu durumda, işgalci güçle ülkesi işgal edilen halk arasındaki çelişki baş çelişki olur. Fakat bu baş çelişkinin çözümü, toplumun temel çelişkisi olan emek-sermaye çelişkisinin çözülmesi anlamına gelmez. Kısaca ifade edersek, çelişkileri; nitelikleri, evrensel bağlantıları, ilişkileri ve etkileri içinde, yani evrensel bir bütünlük içinde ele almak, Marksist diyalektik yöntemin esasıdır.

Diyalektiğin diğer bir yasası, ''Evrensel değişim ve kesintisiz gelişme yasası''dır. Bu yasaya göre, evrendeki her şey kesintisiz bir değişim/hareket ve gelişme içindedir. Peki, zaman ve mekan faktörlerinden bağımsız bir değişimden bahsetmek mümkün müdür? Elbette hayır. Çünkü, diyalektik yöntem açısından zaman; değişimin/hareketin art arda gelişinden başka bir şey değildir.

Engels der ki; ''Maddenin, onun varoluş biçimi, içkin özniteliği olarak açıklanan hareketi, en genel anlamda, basit yer değiştirmeden düşünceye kadar, evrende yer alan bütün değişiklikleri ve süreçleri kapsar.''[2]  

Demek ki, diyalektiğin; çelişkileri ''zaman ve mekan boyutundan'' bağımsız ele alması söz konusu değildir.

Öcalan ve çevresinin, Marksizm'den tümden kopma çabası içinde olduğu açıktır. Elbette bu kopuş, Öcalan'ın ulusal taleplerden vazgeçme ve Türk devleti ile bütünleşme siyasetinin dayattığı bir zorunluluktur. Sınıf mücadelesini, sermayenin iktidarı ile halk arasındaki çelişkileri, sömürgecilerle ezilen Kürt ulusu arasındaki çelişkileri yadsımanız ya da bu çelişkileri uzlaşır hale getirmeniz için, diyalektik ve tarihsel materyalizmi ret etmeniz zorunludur. Öcalan, diyalektik ve tarihsel materyalizmi bilen insanların, faşist bir devletle bütünleşme siyasetine evet diyemeyeceklerini çok iyi biliyor. Bu nedenle öncelikle bu bilinci köreltmeye çalışıyor. Felsefe diye, eklektik ve süslü bir söz yığınını örgütünün ve Kürt halkının başına döküyor. Amacı, halkı ve örgütünü sersemleterek gütmektir.

Örgüt içinde Marksist klasiklerin okunması uzun bir süredir yasaktır. Yeni yetişen genç neslin de, felsefe ve ekonomi-politik ile ilgilendiği yoktur. Bu düşünsel fakirlik durumunda, Öcalan'ın süslü sözleri, örgüt üyeleri ve kitleler tarafından anlaşılmasa da, yüksek düzeyli felsefe ve ideolojik-teorik tezler olarak kabul ediliyor. Halbuki, Öcalan'ın derdi ne felsefe yapmaktır ne de ideolojik ve teorik bir ilerleme sağlamaktır. Onun terk derdi, örgütünü ve kitleleri itirazsız ve usluca, iktidarla uzlaşma ve işbirliği yoluna çekmektir. Felsefe ve yeni paradigma diye sunulan fikirler ise; kitleleri uyutmak için söylenen ninnilerden ibarettirler.

 



[1] https://yeniyasamgazetesi9.com/tutsak-yazar-bayhan-doga-da-insan-da-degismekte-yeniden-olusmaktadir/

 [2]Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, Sol Yayınları, 1996, s.8l.

4 Mayıs 1937 tarihinde çıkarılan „1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı“ ile Dersim’e karşı soykırım  harekatı resmen başlatılmıştır.

Daha Fazla Makale …