Ahmet Aydın / 27 Ocak 2024
Sabahattin Önkibar sadece bir tetikçidir. O sahiplerinin çıkarları ve direktifleri doğrultusunda propaganda yapar. Bu nedenle bu tetikçinin propagandasını direk sahiplerinin ideolojik-politik çizgisinin bir yansıması olarak görmek gerekiyor.
Peki bu tetikçinin sahipleri kimlerdir?
Başta Ekrem İmamoğlu ve çetesi var. Ama onların sahipleri de uluslararası mali sermaye ile iç içe geçmiş olan İstanbul tekelci sermayesidir. Ki bu sermaye fraksiyonunu Koç grubu temsil ediyor.
Bu çetenin propaganda diline dikkat edilsin: Bu dil, soykırımcı İttihat Terraki'nin ve Türk devletinin yüz yıllık resmi dilidir. Bu günkü faşist rejim de bu birikim üzerinden yükselmiştir. Bu çete ''kılıç artığı'' derken, yapılan Ermeni soykırımını kabullenmekten ve meşru göstermekten kaçınmıyor. Diğer taraftan Türk ulusunun hafızasında yer etmiş yüz yıllık Ermeni düşmanlığını ve nefretini alevlendirip, Alevi ve Kürt düşmanlığı ve nefretiyle birleştiriyor. Bu pervasızlık açık bir soykırım eşiğine işaret ediyor. İYİP ve diğer Kemalist faşist kesimler 2023 seçimlerinde Kılıçdaroğlu'nun adaylığına ''bu millet Alevi'ye oy vermez, milletin milli ve manevi değerlerine uygun bir aday çıkarılmalı’’ derken tam da bu ortak ulusal nefret ve düşmanlık değerlerinden bahsediyorlardı. AKP-MHP iktidarı da muhalefeti ''yerli ve milli'' olmamakla ve ''düşmanlarla işbirliği'' içinde olmakla suçlarken de aynı şeyden bahsediyordu. Söylemek gerekir ki, Ekrem İmamoğlu çetesi ve İYİP, seçim süreci boyunca, en az iktidar kadar, Kılıçdaroğlu'na ve Alevilere ve Kürtlere kaşı bu yönlü bir düşmanlaştırıcı linç kampanyası yürüttü. Elbette bu kesimler ‘’iyi Aleviler ile kötü Alevileri’’ birbirilerinde ayırdıklarını ve bu düşmanlığı ‘’gerçek Alevilere’’ karşı yapmadıklarını söylüyorlar. Bu egemenlerin bilindik bir taktiğidir. Türk devleti de Kürt ulusuna karşı savaşını ‘’teröristlere karşı mücadele’’ olarak gösteriyor. Avrupa’da da ırkçı-faşist kesimler hep ‘’iyi ve uyumlu yabancılar’’ ile ‘’düzeni bozan ve teröre eğilimli yabancılar’’ ayrımı yaparlar. Ancak bir bu ayrım öyle çürük bir ayrımdır ki, bir yabancı, devlet ya da sermaye ile en küçük bir noktada ters düştüğü anda aniden ‘’uyumsuz, düzeni bozan ve hatta terörist’’ oluvermektedir. Gerçekte Avrupa’da ister vatandaş olsun ister olmasın; tüm yabancılar nihayetinde yabancı, yerliler ise yerlidir. Hizmetleriyle kendisini kanıtlamış bir avuç yardakçı yabancı dışında, yabancılar kategorik olarak aynı sınıfta yer alırlar. Mesela yabancılara karşı bir yasa çıktığında dolaylı ya da direk tüm yabancılar bundan etkilenir. Vatandaş olmaları da yabancıları kurtarmaz, her yabancı sonuçta vatandaşlıktan atılıp kovulabilir. Şimdi bu tetikçi de aynı mantıkla ‘’gerçek Aleviler ile kılıç artıklarını’’ birbirinden ayırdığını iddia ediyor. Böylece en başta Alevilerin arasına bir fitne sokmak istiyor. Aslında bu taktiğin amacı, gerçekte toplumsal grup kollektif kimliği ve yapısıyla hedef alındığı halde, söylemde ‘’iyi-kötü’’ ayrımı yaparak; hedef alınan grubun bir kesimi en azından edilgenleştirmek ya da tarafsızlaştırmak, böylece hedefi daraltarak toplumsal grubun daha güçlü ve ortak bir direniş göstermesinin önüne geçmek ve hedef alınan toplumsal grubu parça parça ezmektir. Peki bu tetikçinin ‘’gerçek Alevi’’ dedikleri kimlerdir? Onlar adı Alevi olan ancak pratikte egemen kültür, ideoloji ve siyaseti benimsemiş bildiğimiz makbul Sünni Türk’e benzemiş, kısacası devletin Alevileridir. Yani ‘’ağzı Ali diyen ama pratikte Yezit gibi davranan’’ işbirlikçi kişilerdirler.
Düşmanlaştırma stratejisi faşizmin bilindik stratejisidir. Naziler Yahudileri ve onlarla bağlantılı olarak komünistleri ulusal düşmanlar olarak ilan etmişlerdi. Nazilere göre Alman ulusunun yaşadığı tüm sefalet ve felaketlerin sorumluları Yahudiler ve komünistlerdi. Onlar savaş yenilgisinin ve yaşanan ekonomik-siyasal krizin sorumluluğunu bu düşmanların üzerine yıktılar ve bu düşmanlar yok edilirse Almanya’nın kurtulacağını söylediler. Böylece halkta ekonomik ve siyasal kriz nedeniyle oluşan hoşnutsuzluğu; düşmanlaştırılan Yahudilere komünistlere yönelttiler. Faşistler, sermaye iktidarının sorumlu olduğu krizi fırsata çevirerek, oluşan tepkiyi sahte düşmanlara yönelttiler ve ulusu birleştiren bir nefret duygusuna dönüştürdüler. Faşizmin beslendiği ana kaynaklardan birisi de bu nefret ve düşmanlık duygusu ve refleksiydi. Böylece faşizm ulusu ortak düşman hedefi doğrultusunda kendi saflarında birleştirmişti. Halbuki krizin sorumluları dünya pazarlarının paylaşımı uğruna diğer emperyalist ülkelere savaş açan Alman tekelci sermayesi ve onun devletiydi. Fakat halk bu gerçeği unuttu ve kendisine gösterilen ‘’ulusal düşmanlara’’ yöneldi. Türkiye’de de Erdoğan rejimi, iktidarını sürdürmek için gerekli kitle desteğini sağlamak için faşizmin bu düşmanlaştırma stratejisini bugüne kadar uygulaya geldi. Son seçim sürecinde ve şimdi görüyoruz ki, iktidara gelmek isteyen bu tekelci sermaye fraksiyonu, faşist rejim karşısında demokratik halkçı bir muhalefet cephesi oluşturma yerine, aynen Erdoğan rejiminin düşmanlaştırıcı faşist stratejisini uygulamaktadır. Çünkü halk hareketi ile birleşen demokratik bir alternatif, kontrol dışına çıkabilir ve kurulu düzeni bozabilir. Çok açık görüyoruz ki, büyük sermayenin tüm kesimleri böylesi bir riski ortadan kaldırmak noktasında hemfikirdirler.
O halde çıkarılması gereken esas ders şudur: İstanbul tekelci sermayesi ve uluslararası mali sermaye; iktidarın ve rantın paylaşımı noktasında, iktidarı elde tutan büyük sermaye fraksiyonu ile çelişkiye düşse de, bu rejimin ideolojik-politik ve ekonomik yapısının korunması ve sürdürülmesi konusunda, iktidardaki sermaye fraksiyonu ile bir konsensüse sahiptir. Bu konsensüsü en bariz biçimde, ''kontrol dışına çıkma olasılığı olan'' halkçı bir muhalefet odağının ortak bir operasyonla tasfiye edilmesinde gördük. O halde, İYİP, Ekrem İmamoğlu-bugünkü CHP gibi tekelci sermayenin kontrolünde olan partilerden herhangi bir demokratik muhalefet hareketi beklenmemelidir. AKP-MHP iktidar bloku gibi, Ekrem İmamoğlu kliği ve onun kontrolündeki CHP’ye ve diğer burjuva partilere ve kişilere de kesinlikle oy verilmemelidir. Bu partilerin yerel seçimleri kazanması demokrasi mücadelesini ilerletmeyecek, tersine gerçek bir halkçı demokrasi mücadelesinin dejenere edilerek boğulmasına neden olacaktır. Çünkü bu partiler, asgari düzeyde de olsa, bu rejime alternatif oluşturacak ve tüm demokrasi güçlerinin üzerinde birleşecekleri bir program ortaya koymuyorlar. Bu aşamadan sonra en doğru tavır bağımsız devrimci-demokratik ve halkçı alternatifin geliştirilmesidir.
Sosyal ve siyasal mücadelede yeni aşama
2023 seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun yoğun ve yerinde çabasıyla, burjuva demokratik muhalefet faşizme karşı mücadelenin önderliğini elde etmişti. Bunun üç önemli nedeni vardı:
1) Kitleselleşmiş ve siyasal mücadeleye damgasını vurabilecek bir devrimci-demokrat hareket yoktu.
2) Kitleler bu rejimin seçim yoluyla değiştirilebileceği noktasında umutlarını hala büyük ölçüde koruyorlardı.
3) Burjuva demokratik muhalefet, tekelci sermayenin sabotajlarına rağmen, dünya siyasal tarihinde ender görülebilecek şekilde, çok farklı siyasal kesimleri direk ya da zımni bir biçimde birleştirebilme becerisi gösterdi. Bu özgün durumun oluşturulmasında Kılıçdaroğlu’nun rolü büyüktür.
Fakat şimdi bu burjuva demokratik muhalefet iktidar ve ulusal-yerli tekelci sermayenin saldırılarıyla dağıtılmıştır. Burjuva demokrat muhalefet önderliğinde; seçim temelli siyasal mücadele ile rejimi değiştirme dönemi kapanmıştır. Burjuva demokratik muhalefet sınırlarına dayanmış ve artık oradan ileri gidemez. Demokrasi mücadelesine de önderlik edemez. Bu görev artık devrimci demokrasi güçlerinin omuzlarına yüklenmiştir. Esas mücadele biçimi de işçi sınıfı ve diğer halk sınıf ve tabakalarının her alanda geliştirecekleri meşru toplumsal mücadeledir. Devrimci-demokrasi güçleri bu işçi sınıfı hareketi ve genel olarak halk hareketiyle ile birleşip onun öncülüğünü yaptıkları ölçüde, iktidarın alternatifine dönüşürler. Bu durum burjuva demokratik muhalefetin yadsınması ve dışlanması anlamına gelmez. Devrimci demokrasi güçleri, sınırlarını bilme koşuluyla, faşizm karşıtı tüm sınıfların demokrasi mücadelesine katkı sunabilecek enerjilerini ortak cepheye katma esnekliği ve becerisi gösterebilmelidirler.
2023’e kadar süren birinci aşamada, halk hareketi, legal siyasal hareketin seçim temelli siyasal mücadelesini destekleyen bir dinamikti. Şimdi ise seçim mücadelesi ve legal siyasal mücadele, devrimci demokratik halk hareketini destekleyen ve onun önünü açan bir role sahiptir. Yani artık devrimci-demokratların öncülük görevini üstlenmesinin ve siyasal mücadeleyi gerçek sosyal temellerine oturtmanın zamanıdır. Ve bu çaba seçim sürecini ve mücadelesini aşan bir çerçeveye sahiptir.
Devrimci demokrasi güçlerinin önündeki görev
Typography
- Smaller Small Medium Big Bigger
- Default Helvetica Segoe Georgia Times
- Reading Mode