Yenigüney Gazetesi /21 Eylül 2023
Sanat denince, hele de sanatın sinema dalında ilk aklımıza gelen Yılmaz Güney olur.
Denilebilir ki; Yılmaz Güney sanatın birçok dalında birçok eserler üretmiş büyük bir değer. Güney, sadece sinema alanında değil, edebiyat dalında, edebiyatımıza katkı sunan bir kişilik, büyük bir değer.
Yılmaz güney, 68 kuşağı liderlerinden biriydi. Milyonlarca insan onu sinemayla tanıyor, onun oynadığı roller ve yapıtlarında kendini buluyordu. Bizler de Yılmaz Güney’in hayranı olarak, onun sinemada canlandırdığı rolleri kendi yaşantımızda taklit ediyorduk.
Yılmaz Güney, “Kültür dünyayı değiştirme çabasının ürünüdür ve aynı zamanda yeniden değişiminin en temel öğesidir”
Sanat, kökenini yaşamdan, gücünü ve etkinliğini ise yaşamdan, yaşamımı sorgulamaktan, hesap sormaktan, çözüm sunmaktan alır.
Sanatın temelini oluşturan sanatçılardır. sanatçılık, bir tutku, bir heyecan, kararlı çalışma ve toplumun resmi egemen anlayışlarına, ideolojik kalıplarına, geleneksel tanımlarına meydan okuma işidir. Sanatçı yaratıcı olan, sürekli kendini yenileyen, kendine yeni değerler katandır. Sanatçı, aynı zamanda, toplumdaki çeşitli sorunların, dile getiren, onlara çözüm yolunu sunandır. Bu anlamıyla, cesaret ve kararlılık, sanatçının kişiliğini belirleyen temel özelliklerdir.
Güney, sanat ve sanatçını toplumsal gelişme ve toplumsal değişmelerdeki rolü ve önemine şöyle vurgu yapıyordu;
“Sanat tek başına devrim yapmaz, fakat doğru bir çizgiye, dünya hakkında doğru bir siyasi görüşe sahip olan bir sanatçı, eserleri yoluyla, halkla, kitlelerle çok güçlü bağlar kurabilir. Ve bu bağlar da çok siyasi olabilir. Bu anlamda sanat siyasi propaganda ve siyasi ajitasyon için yararlı olabilir; ancak ajitasyon ve propagandayı basit ve kuru anlamıyla ele almayı reddediyorum-o zaman sanat olmaktan çıkıyor. Yine bu anlamda gerçekten devrimci sanata sahip olduğumuzda, sadece kitleleri değil diğer sanatçıları da etkileyebilirsiniz. Siyasi bilinç için ortamı hazırlamış olursunuz. Bu anlamda, sanat bir silahtır, tüfektir; fakat sanatın kendine özgü bir dili vardır, sadece sanata ait olan bir dil. Bu dile tamamen ve mutlaka saygı gösterilmelidir. Sanatın diline saygı göstermezseniz, o zaman bu silah sizi öldürür. Geri tepme özelliği vardır.’’ Diyerek sanatın hassasiyetini ve önemini dile getiriyordu.
Kapitalist toplumlardaki sanat anlayışını da şöyle anlatıyordu; “Kapitalist toplumda herşey alınır, satılır. fieref, ahlak, namus, ün…her şey. Geçerli tek değer ölçüsü paradır. Ünlü olan, ününü şu ya da bu biçimde paraya çevirmek isteyecektir. Kapitalist toplumda olağan ve doğaldır bu. Kadının ve erkeğin, cinslerine ve cinslerinin avantajlarına göre ünlerini değerlendirme yolları vardır. Üstelik çeşme akarken kovasını doldurmayan “enayi”dir. Anlayışı vardır.
Duyarlı bir sanatçı için sanat ve sanatçı anlayışını ve kişiliğini şöyle nitelendiriyordu; ’’Bir sanatçı için sorun, sömürüden yana mı, yoksa karşısında mı yer alması sorunudur. Sorun, sömürü çarkının süslü bir vidası mı, yoksa sömürü çarkını kırmanın yağlı, gerekirse kanlı bir vidası mı olmaktır. Kendi varlığını ve rahatını, sömürü çarkının işlemesinde görenler, elbetteki bu düzenin türküsünü söyleyecekler, ünlerini, yeteneklerini ve güzelliklerini, toplumsal ilişkilerini kapitalistlerin emrinde, kendilerine çeşitli nedenlerle yakınlık duyan, sınıf bilincine henüz ermemiş halk kitlelerini aldatmak için bir etki aracı olarak kullanacaklardır. Burada tayin edici olan sanatçının niteliğidir.” Şeklinde yorumluyordu.
Bu anlamıyla Yılmaz Güney, gerçekte büyük bir sinema ustasıydı denilebilir. Özellikle umut filmiyle eski sinema anlayışını yerle bir ediyor, sinemaya yeni bir anlayış getiriyordu.
1963 dönemiyle, filmlerinde ezilen, hor görülen bir “Anadolu çocuğu”nun otoriteye başkaldırısını işledi. “Çirkin Kral” lakabını aldığı bu dönemde en önemli çalışması, Lütfü Akad’ın yönettiği ve kendisinin yazdığı bir film olan “Hudutların Kanunu” oldu. “Çirkin Kral” olarak nam saldığı bu yıllarda oyunculuğunu geliştiren Yılmaz Güney, abartısız ve yalın oyunculuk anlayışı sayesinde Türk sinemasına yeni bir soluk getirdi.
Cezaevinden çıktığı yıl “Arkadaş” filmini çekti.
Güney, umut filmiyle bir yandan ülkemizde yaşanan yokluk, yoksulluğunun hangi boyutlara ulaştığını anlatırken, diğer yandan ülkemizde adalet sisteminin nasıl işlediğini, kimlere hizmet ettiğini ortaya koyuyordu.
Fransa’da geçirdiği süre zarfında Cannes’da ödül aldığı “Yol” filminin kurgusunu tekrar yaptı.
1983’te, bir hapishanede yaşananları anlattığı ve Fransız hükümetinin de desteğini alarak senaryosunu yazıp yönettiği “Duvar” (“Le Mur”) filmini çekti.
Cezaevinden firar ettikten sonra “ülkeye dön” çağrılarına uymadığı için 1983’te Türk vatandaşlığından çıkartılan Güney, ölümünden yıllar sonra, 1993 yılında tekrar vatandaşlığa alındı.
1984’te mide kanserinden vefat eden Yılmaz Güney, son yıllarını Paris’te geçirdi. Mezarı da, Paris’teki Père Lachaise Mezarlığı’nda bulunuyor.’’
Sanat ve edebiyat adına ülkemiz için büyük kayıp. Ruhu şad, mekanı huzur olsun. Saygıyla, özlemle anıyorum…
Kaynak: https://yeniguneygazetesi.com/yilmaz-guney-ve-sanat/