Cumartesi, Nisan 27, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Langfristige Artikel

Box Link

Events


 

 PANO

 

 

 

 

Newroz pîroz be!

Newroz piroz bo!

Newroz kutlu olsun!

 

 ----------------------------------------------------------------

 

A r ş i v  ( D e r g i - B e l g e - K i t a p )

 

 

 

 


Rasti Dergisi, Yıl: 2001 Sonbahar, Sayı: 1 - PDF

        İçindekiler:

  • TÊKOŞİN GERÇEĞİ

         Seyfi Cengiz ile Röportaj - Piro Zarek

  • Demokratik Cumhuriyet 'in Güncel Ve Tarihsel Anlamı 

         M. Zilan

  • Hapsedilen Dersim Aydını Üzerine Bazı Notlar

        H. Pulur

  • PYSK ' nın Tasfiyesi ve Duruşumuz

        Reçenasia Komünisti-Komünist Gelenek

     
     
     

  

Dersimzaza.com'dan kısa bir açıklama

Facebook'ta sitemizin ismi ile benzerlik taşıyan bazı sayfalar görülmektedir. Bu sayfaların sitemizle hiç bir ilgisi yoktur. Sitemizin www.dersimzaza.com adresi dışında internet üzerinde herhangi bir hesabı ya da sayfası bulunmamaktadır.

Kamuoyunun dikkatine sunulur.

Dersimzaza.com

 

 

 

 

 

Rejimin geri çekilme ve toparlanma manevrası ve beslenen boş umutlar

 

Rejimin geri çekilme ve toparlanma manevrası ve beslenen boş umutlar

 

Ahmet Aydın

7 Haziran 2023

 

Erdoğan'ın yeni bakanlar ekibi bazı kesimlerde bir iyimserlik havası oluşturdu. Özellikle bizim bazı saf Kürtler, kabinedeki bazı bakanların Kürt olmasından hayli memnun oldular ve bu duruma farklı anlamlar yüklemeye çalıştılar. Halbuki, bu bakanların Kürt olması ile Erdoğan’ın sarayındaki hizmetçilerin Kürt olması arasında hiçbir fark yoktur. Bu bakanların tek görevi, rejimin yapısında yaşanan tıkanıklığın giderilmesini sağlayacak teknik bir hizmet sunmaktır.

Belki olanaktan yararlanmak isteyenler vardır diye hatırlatalım; Kürtler, Aleviler ve diğer etnik-dinsel gruplara mensup kişiler, kendi kollektif kimlikleri ile ilgili bir talepte bulunmadıkları ve iktidarın resmi çizgisi doğrultusunda hareket ettikleri sürece, devlet içinde her türlü görevi alabilirler. Kural açıktır; boyun eğip işbirlikçi olursan rahat yaşarsın ve makam, mevki sahibi olursun. Ama illa da ben Alevi’yim, Kürt’üm ve farklı olan grupların kendi kimlikleri ve değerleri ile eşitlik, özgürlük içinde, onurlu bir biçimde yaşamalarını istiyorum diyorsan, bu düzen içinde yerin olmaz, sonun ya ölüm ya da cezaevi olur.

Erdoğan’ın özellikle seçim öncesinden başlayarak Kürt toplumunun işbirlikçi sağcı-dinci kesimleri ile ilişkileri geliştirme ve ittifakını güçlendirerek bu alanda bir güç biriktirme çabası içinde olduğunu görüyoruz. Kürt bakanlar meselesi bu işbirliğini pekiştirmeye yarayan dekoratif bir işlev gördü. İşbirlikçi kesimler açısından bu manevra, rejimin yeni bir ‘’Kürt açılımı’’ olarak görülebilir. Muhtemelen iktidar ‘’Biz Kürtlere karşı değiliz, teröre karşıyız’’ argümanını pekiştirecek biçimde, Kürt imgeleriyle süslenmiş küçük gösteriler sergilemeye devam edecektir. Bir zamanlar Erdoğan’ın Barzani ve Şıvan Perwer’le Diyarbakır’da sahneye çıkması gibi. İşbirlikçi kesimler için rejimin böylesi lütuflarına mazhar olmak, zaten Kürt açılımının ta kendisidir. Hatta onlar için Kürt sorunun çözümü, efendilerin lütfunu kazanmaktan geçer. Fakat unutmayalım; Erdoğan'ın Barzani’yle sahneye çıktığı o meydanlarda; çok geçmeden miting yapan HDP kitlesine karşı canlı bomba saldırısı düzenledi. Demek istediğimiz şudur: Eğer Erdoğan işbirlikçiler arasında güç biriktirmeye çalışıyorsa, bilinmelidir ki, bu hem rejimin devamını sağlamaya hem de Kürt ulusal hareketinin ilerici dinamiklerini tasfiyeye yönelik bir çabadır. Hüdapar/Hizbullah’ı bu resmin içine oturttuğunuzda, iktidarın palanı daha net görülebilir hale geliyor. Görülen şudur; iktidar geçen süreçlerde daha çok asker, polis ve korucu gücüyle; yani esas olarak resmi kuvvetlerle yürütülen bir savaşla ulusal direnişi izole etme ve bastırma stratejisi izliyordu. Şimdi ise, bu stratejiyi siyasal-sosyal zeminde bir işbirlikçi dinamikle destekleyerek hayata geçirmeye çalışıyor. Savaşın kuralıdır: Siz bir yerde güç biriktiriyorsanız, ya büyük bir taarruza karşı kendinizi savunmayı, ya da bizzat kendiniz bir saldırı başlatmayı planlıyorsunuzdur. Bu süreçte karşıdan iktidara yönelen büyük bir saldırı olmadığına göre, bu demektir ki,  iktidarın kendisi bir saldırıya hazırlanıyor.

Erdoğan’ın pratiğini ve manevralarını görevlendirdiği memurlar üzerinden değil; sosyal, ulusal gruplar ve çelişkiler karşısında aldığı pozisyona ve geliştirdiği tavra bakarak değerlendirmek zorundayız. Bu temelde değerlendirmemizde şu kriterleri esas almamız gerekiyor:

Birinci kriter; Erdoğan iktidarı Kürt ulusunun, Alevilerin, diğer etnik ve dinsel grupların, kadınların, farklı cinssel eğilimdeki kesimlerin kollektif hak ve daha özgürlüklerinin, yaşama koşullarının iyileştirilmesi yönünde mi, yoksa bu grupların ötekileştirilmesi, hedef haline getirilmesi ve düşmanlaştırılması yönünde mi hareket ediyor?

İkinci kriter; Erdoğan iktidarı, bugüne kadar yaptığı gibi; ekonomik büyüme adına ülkenin kaynaklarını -başta bir yandaş sermaye fraksiyonu olmak üzere- sermayeye peşkeş çekmeye, tüm baskı aygıtları ile kuşatılmış işçi sınıfının ve diğer emekçilerin, güvencesiz işçilerin ve yarı köle olarak çalıştırılan göçmenlerin ağır sömürüsüne dayanan birikim rejimini, zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yapan bu ekonomik sistemi, aynı doğrultuda sürdürmeye mi çalışıyor; yoksa işçi sınıfının ve diğer emekçilerin örgütlülüğünün geliştirilip pazarlık güçlerinin arttırılması, yönetime katılma imkanlarının geliştirilmesi ve buna bağlı olarak, bölüşüm ve dağılım ilişkilerinin daha adil bir düzeye çekilerek, sosyal refahın toplumsal zemine yayılması doğrultusunda mı çalışıyor?  

Üçüncü kriter; Erdoğan iktidarı; göreceli de olsa seçim sistemini daha adil ve demokratik hale getirerek ve seçim hilelerine son vererek, halkın seçme ve seçilme hakkını kullanmasının önündeki engelleri kaldırarak, daha demokratik bir temsiliyet sistemi ve kuvvetler ayrılığına dayanan denge-denetleme mekanizmasının kurulduğu, anayasa ve kanunların yürürlükte olduğu, göreceli de olsa adil ve bağımsız bir yargının işlediği, yurttaşların anayasa ve insan hakları evrensel beyannamesinde belirtilen hak ve özgürlükleri kullanabildiği bir demokratik düzenin inşası doğrultusunda mı hareket ediyor, yoksa yetkinin ve gücün giderek tek elde toplandığı, tek adamın keyfi yönetimine dayanan daha otoriter ve totaliter bir rejimin inşası doğrultusunda mı?

Dördüncü kriter; Erdoğan iktidarı, dünyada emperyalist ve yayılmacı savaşların, silahlanmanın, ve uluslar arasında düşmanlık ve çatışmaların artmasına mı, yoksa barışa ve ezilen ulusların kurtuluşuna mı hizmet ediyor?

Tıpkı atanan bakanların bazılarının Kürt olması gibi, Erdoğan’ın S. Soylu’ya bakanlık görevi vermemesi de olumlu karşılanıyor. Kişilerin özgün yapısını elbette önemsiz göremeyiz. S. Soylu gerçekten de görevini psikopatça ve sadistçe bir ruh haliyle yerine getirdi. Onun yerine gelen zat aynı tarzda görevine kişiliğinin karanlık özelliklerini yansıtır mı? bilemiyoruz, ama S. Soylu’nun bu tarzda çalıştığını biliyoruz. Bu açıdan yeniden görevlendirilmemesi olumludur. Fakat Erdoğan gerçekten psikopatça ve sadistçe davrandığı için mi S. Soylu’yu görevden aldı? Yoksa ondan gizli işler çevirip, uyuşturucu baronlarından ve mafya babalarından, iş adamlarından rüşvet alıp, bağımsız bir güç merkezi oluşturmaya başladığı için mi? Bence asıl sebep bu ikinci şıkta sayılanlardır. Hatta Erdoğan, son seçimlerde yapılan tüm hileleri ve zorbalıkları S. Soylu’ya yaptırdı ve onu kirletilmiş bir eldiven gibi çöpe atarak, bir belayı da üzerinden atmış oldu.

Karşılaştırma yapılması için tarihten de bir örnek verelim: Hitler, 1934 yılı Temmuz’unda partisinin milis örgütü SA’ın şefi Ernst Röhm’ü ve resmi rakamlara göre 90 ama bazı tarihçilere göre 150-200 arasında arkadaşını bir gecede katletmişti. Hitler’le Röhm arasındaki temel sorun, Röhm’ün SA’yı ülkenin esas ordusu haline getirme, bir anlamda paralel bir ordu oluşturma isteği ve lider olma hırsıydı. Kendisini ülkenin tek otoritesi ve lideri olarak gören Hitler’in bu durumu kabullenmesi mümkün değildi. Büyük sermaye ve özellikle ordu Hitler’in bu tasfiye hamlesini büyük bir istekle desteklemişti. Kısacası, rejim içindeki her çatışma ve her tasfiye, demokrasi mücadelesi açısından olumlu bir sonuç doğurmaz.

Rejimin kısmi geri çekilme ve toparlanma manevrası

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek geçmişteki uygulamaları mahkum ederek duyurdu ki; henüz ne zamana kadar sürdürüleceği belli olmasa da, ‘’faiz sebep enflasyon sonuçtur’’ kabulünden hareket eden bir ‘’heterodoks’’ ekonomi anlayışından, ‘’piyasanın realitesini ve rasyonaliteyi ’’ esas alan bir ‘’ortodoks’’ ekonomi anlayışına dönülmüştür. Bu demektir ki; Londra’daki tefecilere ve IMF’ye dolayısıyla dünyaya ‘’kafa tutan’’ büyük ekonomist Erdoğan geri adım atmıştır. Dolayısıyla onun liderlik kültü de ciddi bir çizik yemiştir. Denilebilir ki, Erdoğan başka çaresi kalmadığı için tükürdüğünü yalamak zorunda kalmış ve piyasaya teslim olmuştur. Erdoğan’ı bu manevraya zorlayan tablo ortadadır: Türkiye’nin sosyal dengeleri başta olmak üzere, tüm dengeleri bozulmuştur. İstikrarlı ve sürdürülebilir bir düzen de kurulamamıştır. Bu rejimin hem dünya hem de iç kamuoyu nezdinde güvenilirliği dibe vurmuştur. Tek adamın insafına terk edilen Türkiye; belirsizlik, öngörülemezlik, istikrarsızlık girdabında dönüp duran ve ne zaman patlayacağı belli olmayan serseri bir mayına dönüşmüştür. Ekonomik veriler de bu kaotik hali ortaya koymaktadır. Merkez Bankası’nın net döviz rezervi eksi 59.2 Milyar Dolardır. Belli ki, ‘’depolanan’’ Arap sermayesi de, artık yetersiz kalıyor ve döviz kurunun artışını önleyecek bir müdahale giderek zorlaşıyor. İthalata dayalı üretim nedeniyle dış ticaret açığı da giderek büyüyor. Enflasyon ve döviz kuru yükselme eğilimi içindedir.

Bu manevradan anlıyoruz ki; Erdoğan, ‘’ekonomiyi toparlamadan ve belli bir istikrara kavuşturmadan rejimi sürdürmek mümkün değildir’ sonucuna ulaşmıştır. Yayılmacı savaş politikaları ile kısa sürede rejimin işleyişinde ortaya çıkan bu tıkanmayı aşmak mümkün değildir. Dahası ekonomik durum, uluslararası güç dengeleri ve Kürt ulusal hareketinin direnişi, bu savaş politikalarının sürdürülmesini pek olanaklı kılmıyor. İktidar içerde de istediği ölçüde hegemonyasını kuramamıştır. Bu koşullarda bir adım geri çekilme ve toparlanma zorunludur. Hileli de olsa seçimleri ‘’kazanmış’’tır. Bir bakıma, iç toplumsal muhalefet açısından değil, ama özellikle dış kamuoyunda kısmen de olsa meşruiyet krizini aşmıştır. Zaten bu manevrayı yapabilme cesaretini de, esas olarak kazandığı seçim ‘’zaferi’’nden almıştır. Uluslararası sermaye tarafından muteber kabule edilen bürokratların göreve getirilmesiyle, sermaye hareketleri için güvenli bir alan oluşturulabilirse, Batılı devletler ve sermaye fazla zorluk çıkarmadan Erdoğan’la tekrar uyumlu çalışmalarına dönebilirler. Bu koşullarda, acil ihtiyaç duyulan sıcak paranın Türkiye’ye girişi sağlanabilir ve tıkanma aşılabilir. Bu başarabilirse, kaldığı yerden rejimin yapısını pekiştirmeyi sürdürebilir ve gerekirse M. Şimşekle yollarını ayırıp eski ekonomi politikalarına dönebilir. Anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan’nın planı böyledir.

Erdoğan’ın kabine ve ekonomi politikaları alanındaki yaptığı değişiklikler, bir geri çekilme ve toparlanma, güç biriktirme manevrasıdır. Geri çekilmenin esas alanı ekonomidir. Kuşkusuz Erdoğan çekilmenin alanını mümkün olduğunca ekonomiyle sınırlamaya, bir yetki ve güç paylaşımına meydan vermemeye çalışacaktır. Fakat, ekonomi alanında geri çekilmenin uluslararası ilişkilerde de büyük olasılıkla bir karşılığı olacaktır. Çünkü Erdoğan’ın ekonomik alandaki geri çekilmesi, esas olarak uluslararası mali sermaye karşısındaki bir geri çekilmedir. Bu durum, Batı ile, özellikle Ortadoğu alanında daha uyumlu çalışma amacıyla, daha geri bir pozisyona çekilmeye yol açabilir. Daha geri bir pozisyondan bahsederken, bunu Batı ile açık bir rekabetten ve çatışmadan kaçınarak, geçmişte olduğu gibi uluslararası planda Batı ile uyumlu bir iş birliği ve bu işbirliğinin bir kazanımı olarak; bölgesel planda ulusal hedeflerine ulaşama doğrultusunda göreceli serbestiyet ve dış destek sağlayan konsepti anlamak gerekir. Türkiye Kürt sorunu ile ilgili plan ve uygulamalarını, özellikle NATO üzerinden, uzun bir dönem Batının uluslararası ve bölgesel planlarına entegre etmeyi başarmıştı. Rojava devrimi bu ilişkiyi ciddi bir biçimde bozdu. Çünkü Rojava siyasi, askeri ve sosyal bir güç olarak kendisini Ortadoğu’da siyasi denklemin içine dahil etti. Bu gücün jeo-politik önemi Batı açısından ihmal edilemezdi. Şimdi Erdoğan göreceli de olsa eski konsepte dönme ve Batı nezdinde eski misyonunu kazanmaya çalışabilir. Böylece Rojava’daki özerk yönetimin savaş yoluyla tasfiyesi için, Batının en azından göz yumma pozisyonun gelmesini sağlamaya çalışabilir. Türkiye’nin eski misyonunu geri kazanma noktasında Batıya sunabileceği en büyük hizmet ise, İran’a karşı açılacak bir savaşa ortak olması olacaktır.  Fakat Erdoğan’ın 20 yıllık pratiğini gözleyenler iyi bilir ki, Erdoğan kendisini güçlü hissettiği anda, bağlarından sıyrılıp kendi hegemonya siyasetini uygulamaya çalışacaktır. Bu nedenle bu geri çekilme manevrasının ve Batı ile gelişen yeni diyaloğun nereye kadar yürüyeceğini kestirmek güçtür. İç sosyal ve siyasal dengelerin de bu politikanın sürdürülmesine nereye kadar izin vereceği belirsizdir. Çünkü Erdoğan iktidarının ve rejimin sınıfsal temelini oluşturan rantçı tekelci kesimlerin, özellikle uygulanacak bu para politikasından etkilenmeleri büyük bir olasılıktır. Bu kesimlerin bu etkilere ne kadar dayanabileceklerini de bilemiyoruz.

‘’Piyasa realitesine teslim olma’’ belirlemesinden hareketle, Erdoğan’ın ideoloji, siyaset ve askeri düzlemlerde de daha ‘’rasyonel ve realist’’ bir çizgiye, başka bir ifadeyle demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir çizgiye dönebileceğini, yayılmacı savaş siyasetini terk edeceğini umut edenler olabilir. Maalesef ‘’piyasa realitesi ve rasyonalitesi’’ ile işçiler, emekçiler ve diğer ezilenlerin özgürlük-eşitlik ve sosyal adalet talepleri arasında doğru orantılı bir gelişme ilişkisi yoktur. Hatta çoğunlukla bu kategorilerin gelişme çizgileri ters orantılıdır. Özellikle de otoriter ve totaliter siyasal rejimlerin hüküm sürdüğü toplumlarda.

Peki ama Erdoğan bu manevrayı yaparken, yani geri adım atarken ve zikzak çizerken; kitlesel tabanı üzerindeki etkisini ve hegemonyasını yitirebileceğinden korkmamış mıdır? Hiç sanmıyorum. Erdoğan kitlesini iyi tanıyor. Erdoğan’ın kemik kitlesi ‘’Reis ne yapıyorsa devletimiz, milletimiz ve dinimizin iyiliği için yapıyor. Bu değerler için yapılanı her şey mübahtır’’ anlayışını çok fanatik bir biçimde benimsemiştir. Dolayısıyla Erdoğan’ın manevra kabiliyeti ve alanı kendi kitlesi zemininde oldukça büyüktür. Erdoğan bu tür zikzakları ve tutarsızlıkları kitlesine rahatlıkla anlatabileceğini bilmektedir. Elbette toplumun diğer yarısı bu tutarsızlıkların farkındadır ve bu politikalara muhalefet etmektedir. Ancak seçimde görüldüğü gibi, iktidar bu farkındalığı ve muhalefeti aşacak zor ve hile-manipülasyon aygıtlarına sahiptir.

Bu manevrayı değerlendirirken dikkate almamız gereken nokta şudur; bu manevra teknik ve esas olarak ekonomiyi kapsayan bir manevradır. Siyaset, ideoloji ve kültür düzlemlerinde rejimin bir geri adım atma niyeti ve olanağı yoktur. Görüntüde de olsa bu yönde bazı adımlar atılabilir. Ya da propaganda ve algı operasyonlarıyla böylesi bir algı oluşturulmaya çalışabilir. Nitekim daha ikinci tur öncesinde, medyada görevli bazı elemanlar aracılığıyla ‘’bir yumuşama olacağı’’ yönünde bir algı oluşturulmaya çalışıldı.  Ancak bu rejimin doğası, dayandığı sınıfsal temeli, 20 yıllık gelişme eğilimi; özgürlük ve demokrasi yönünde bir iyileştirmeye izin vermemektedir. Yukarıda ortaya koyduğumuz kriterlerin herhangi birisinden yaşanacak bir esaslı değişim, bu rejimin taşıyıcı dinamiklerinin çökmesine neden olur. Rejimin bilerek kendi kendisini yıkacak bir irade ortaya koymasını beklemek de her halde aptallık olur. Bir düşünelim: Erdoğan elindeki yetkilerden vaz geçebilir mi? Güçlü bir meclis ve yargı denetimini kabul edebilir mi? Böylesine büyük hukuksuzluklar ve yolsuzlukların yapıldığı bir yerde, Erdoğan gerçekten göreceli olarak bağımsız ve adil bir yargı sisteminin var olmasını ister mi? Ya da böylesi bir yargı var olduğunda, Erdoğan istediği kişileri tutuklatıp mahkum edebilir mi? Şeffaf ve kurallara uygun bir ihale sistemi oluşturulursa, bugüne kadar devlet ihalelerinden beslenen ve büyüyen yandaş sermaye grupları aynı ölçüde rant sağlayabilirler mi? Kısacası ortada artık yeni bir rejim, bu rejimin işleyiş kuralları ve mekanizması yani bir realitesi vardır. Ve bu rejimden beslenenler bu rejimi değiştiremezler.

Sonuç: Erdoğan İktidarı, bazı teknik reform çabaları ve bürokratik önlemlerle, ulusal ve uluslararası alanda kaybettiği güveni ve hegemonyayı tekrar geri kazanmaya, özellikle uluslararası mali sermaye ile uyumlu çalışmaya çabalıyor. Fakat rejimin krizinin esas kaynağı, halk ile rejimin karakteri arasındaki çelişkilerde yatmaktadır.  Rejim sermaye birikimini büyütmeyi esas alıyor. Bu temelde bölüşüm dengesini sürekli biçimde sermaye lehine; emeğin, halkın aleyhine olacak bir biçimde bozuyor. Sermayenin azgınca büyümesini esas alan düzen, doğal olarak halkın yoksullaşmasını ve siyasal yönetimden dışlanması sonucunu doğurur. Eşitsizlik ve gelir kaybı sonucunda ortaya çıkan sosyal gerilim ve hareketlenmeleri zorla bastırmadan yani bir diktatörlük inşa etmeden, halktan alıp sermayeye veren bu düzeni sürdüremezsiniz. Nitekim bugün Türkiye’de hak ve özgürlük talep eden her kesim, karşısında jandarma ve polisi buluyor. Son seçim sürecinde de görüldüğü gibi, halkın siyasete katılma ve iradesini ortaya koyma olanakları zor ve hileyle bastırılıyor. Toplumun yönetimi seçim ve diğer demokratik mekanizmalarla değiştirme umudu tükeniyor. Keskinleşen bu çelişkiler ve büyüyen bu gerilim giderek, ancak zorla çözülebilir bir noktaya doğru evriliyor.

En küçük bir değişiklikten abartılı iyimserlik geliştiren muhalif kesimlere, hayatın o acı ama gerçek yüzünü tekrar hatırlatmakta fayda vardır: Kimse size demokrasi, özgürlük ve insanca bir yaşam vermeyecektir. Bütün bunları, ancak sizler kendi gücümüzle alabilirsiniz.